21.12.2023

Neden...

Benim bile içine giremediğim ki ayarlarını böyle yaptım, bir blogum var. Kendime şunu diyorum yazacak bir şeyin yoksa o sayfaları ziyan etme. Okul yıllarında notu az tutulan derslerin defterleri arttığında o kısmı topluca kapatıp bantlardım. Belki geriye dönüp bakarım diyerek o sayfaları neden serbest bırakmadım. Ya da neden hiç geride bıraktığım bunun gibi pek çok şeye geri dönüp bakmadım... 

Bugün bunu düşündüm... Devamı olmayan şeylere ilgim yok. Ben emek vermeyi ve devam eden şeyleri seviyorum. Rutinleri seviyorum, düzeni seviyorum, alışkanlıklarımı sevmeyi seviyorum... Sürpriz sevmiyorum, birden büyüyen, birden parlayan, birden değişen değişklikleri sevmiyorum... İstifçiliği hiç bir zaman sevmedim. Yaşamayanları da yormaya meraklıdır insan. Yormayınız ve yorulmayınız. Hayat çok kısa ve her gün bütün verdikleriyle sevilmeyi hak ediyor 🌺

8.12.2023

Yok...

Belki yarın yokum, belki yarın yok olacağım. Düşünüyor insan, kim daha önemliydi, neyi, kim için yaptım, ben neydim, benim bedenim ya da ruhum neye hizmet etti şu fani hayatta... Vasiyet yazmak isterdim, belki yazarım. Hangi duyguyu kime bıraktığımı, ruhumun kimde, nerelerde dolaşıp durduğunu. Neden bu hayatta ısrarla anlayamadığım pek çok şey kaldığını ve aslında sıkıcı  büyük cümlelerden niye ölesiye kaçtığımı... 

Kim aslında sevdi beni, kim sevmekten bahsederken hırpalayıp çekti gitti. Nerelerde kalamadım, en çok neye sevindim ve hangi elzem duygunun içinde kim için acı çektim. Ben neydim ve şu hayatın şu raddesine gelene kadar kaç eşikten, kaç duygunun, kaç insanın kalbinden geçtim. Uzundu hayat, çok şey gördüm. Pek çoğu bugünümü inşaa etti. Kendime kızmamayı öğrendim, beni üzenleri affetmeyi ve yaptığım hatalar için ilettiğim ya da iletemediğim özürlerimi dile getirmeyi...

Ben gidiyorum deyip gitmek istiyorum bazen. Ruhumla bedenimi ve duygularını aynı vücut içinde yaşamak istemiyorum. Yanlış anlaşılmasın ölmekten bahsetmiyorum ama ayrılmak istiyorum arada bir. Fazla ütopik... Zaten her şey bir rüya gibi. Bir gün gerçekliğe gözlerimizi açacağız, bir yer vardı güzeldi ama iyi ki bitti diyeceğiz. Demeliyiz...

Depresifmiyim, hayır bu saatte, hiç değilim.🌻

Çünkü seviyorum, sevmek güzel şey...

...




3.12.2023

Söz...

Her anı zihinde kötü kalmaz, iyiler çıkıverir ansızın bir satır aralığında. Bir cümle geçer bir replik arası sana tanıdık, senin için özel, sana verilmiş gönülden... Sonra dersin ki, söz ağızdan çıkan herşeyle bir bütün değil mi? Ben ağzımdan çıkan herşeyi söz sayarım, bu benim en çok derdine düştüğüm şey. Ama yeni bir şey öğrendim... Sözleri tutmak içinde o sözün hükmü kalmalı. Kendine vermediysen, verdiğin taraf yardımcı olmalı. Bazen öylece kalıyor kelimeler ve sen ömür boyu zihninde bir yük gibi taşıyorsun. Ne yaparsan yap tam olsun dediklerin hep yarım kalıyor. Geriye her zaman bir şeyler kalır. Madem kalacak en baştan derdine düşmemek daha akıllıca ama o akıl çoğu zaman başta değil sonda konuşuyor... Pişmanlık denen şeyi anladığımı pek sanmıyorum ama yaşanan hiçbir şeyi  değiştiremeyeceğimi bilmem gerekiyor. Kimseye olduğundan daha farklı bir şeyi daha iyi olmak adına sunmamak lazım. Kendinden uzaklaşarak hiçbir yarım kalmışlığı mükemmel bir şekilde tamamlayamazsın. Dağılan tesbih gibi bazı hatıralar. O boncuklar öylece bekler bir şeyin içinde ve sen çokça zaman sonra bütünleyeyim dersin ama bellidir yeniden var etme çaban. Eski bir ipte diziliyken daha kendi gibiydi yenisinde daha eğreti... Hayat hep böyle sadece bazen unutuyoruz... Dağılan tesbihleri toplamayın. Belki de artık zikri de derdi de bitmiştir...

1.12.2023

Geçen Yıllar İçinde Blog

Bazı yazılar var yıllar yıllar olmuş daha evli bile değilmişim, oturmuş içimi dökmüşüm hem de dümdüz. Nasıl bu kadar saf, açık duygularla, yalın anlatmışım diyorum. Harika bir yazı olmamış, her yerinde bin kusur ama samimi. Sonra sileyim ben bunu diyorum ama yorumlara bir bakıyorum biri diyor ki tek satır atlamadan okudum, diğeri diyor ki benzer şeyler ben de yaşadım, öteki diyor ki bir de şu açıdan bakınca... Ya da denmiş ki hislerime tercüman oldun...  Bunların yazılarla yok olup gitmesine kıyamıyorum. Hiç tanımadığım o insanların benim yazılarıma yaptığı o yorumlara kıyamadığım için silemiyorum pek çok yazımı. Bazıları o kadar düzenli geldi ki bir yıl, iki yıl hatta üç yıl...  Diyorsun ki yazar olsan belki seni bu kadar takip etmez. Çok değerli, çok kıymetli bu var oluş... Yaklaşık 12 sene evvelinden kalan o insanlara bakıyorum pek çoğu bir kaç sene sonra blogu bırakmış. O veya bu sebeple gitmişler. Sanki bir dönem blogger olmak popülerdi ve insanlar içlerini döktü ve gittiler. Bazıları çok istisna ama hala buralar ve hala yazıyorlar. Unutmayanlar sadece ziyarete geliyorlar... Bloga başladığım zamanlarda derdim çok düzenim azdı. Hayatım fazlaca inişli çıkışlıydı. Çok yorgun zaman zaman üzgündüm. Yazmak ne iyi gelmişti. Hayatımda dönüm noktalarım hep yazmakla alakalı. En büyük kırgınlıklarım hatta en büyük mutluluklarım mutlaka yazmakla alakalı. Çıkardığım en büyük derslerde yine yazmakla oldu...

Ne diyordum, hayatımda çoğu şeyin başındaydım ve herkes benim gibi sanıyordum. Burada her meslek grubundan insanla dost olduk, ismini cismini çok sonra öğrendikten  sonra yaşça epeyi büyük baya mevkiili abiler ablalarla olduğumu anlayınca bir destur diyesim geldi. Bazen de tam tersi oldu. Hayranlıkla takip ettiğim bazı bloggerlar benden çook küçük yaşta çıkınca şaştım kaldım... Demem o ki epeyi renkli çıktı buralar ve herkes nasıl da birbirine benzer...

.

Öyle işte...


Sizi seviyorum🌺

7.07.2023

Gazete Yazıları 5 (Şahsi İşler)


Siyer-i Nebiden bir sayfa okuyorum, Allah Resulü dikiş dikiyor. Başka bir yere bakıyorum kızına yardım edip yün eğeriyor, ayakkabısını onarıyor, evini kendi eliyle süpürüyor, devesine yem veriyor, çarşı alışverişini yapıp taşıyor, kölelerle birlikle iş yapıyor. Mescit inşaasında herkesle birlikte taş taşıyor. Hiçbir hanımından ve sahabiden ve dahi onu tanıyan hiç kimseden  direkt şahsi bir şeyini istemiyor, bir şey isteyecekse de dolaylı yoldan istiyor. Mesela evden çıkarken bugün hava serin mi, yağmurlu mu diye soruyor, anlıyorlar ki Allah Resulü hırkasını istiyor... Üslup hep güzel, zahmet hep az. İstese herkes her işine pervane olur. O istese herkes üçer beşer her yerde hizmetine koşar ama istiyor mu, yok. Neden? Çünkü örnek olacak. Öyle nahif, öyle zarif,  güzel ahlakı tamamlamaya gelmiş besbelli. Kimselere kıyamıyor, kimseyi şahsi işleriyle meşgul etmiyor.

Şimdi gel gelelim ümmeti Muhammed'e. En basit işini bile görmekten aciz insanlara denk geliyorum her yerde. Zamanla huy olmuş yayılmışta yayılmış bütün hayatlarına. Ne vakit bir şeye üşensem, üşenme kalk Allah Resulü yapabileceği hiçbir şeyi  kimseden istememiş diyorum. Üşenmek hayra alamet değil. Sürekli ricanın ses tonu zamanla yalvarır gibi oluyor fark ettiniz mi hiç. Her rica minnettir bir yerde de. İnsan bu değerli şeyi basit işlere harcadığında gerçekten bir şey isteyeceği vakit isteyecek kimseyi  bulamaz. Ya da saygınlığı kalmaz. Gücümüzün yettiğini kendimiz yapmazsak, biz yapmazsak çocuklarımız nasıl yapacak? Onlara nasıl örnek olcağız? Bunu çok önemsiyorum. Bu gayretin hayatımızı çok değiştireceğine  inanıyorum. Bize ait olanı başkasından kolayca istememek karakter meselesidir.Yapabileceğini yapma gayreti üzerine olmak ve buna rağmen ihtiyaç duymaktan bahsetmiyorum çok hassas bir denge bu. İhtiyaca rağmen birinden yardım  istememekte bizi kibire götürür. Neyi isteyip neyi istememiz gerektiğinin ölçütü biziz. Kalbimiz, zihnimiz biliyor bunu. Aklen mantıklı geleni kalben de gerekli bulmuyorsak yapmamalıyız. Bunu her konuda düstur edinmek çok zor ve her birimiz bu konuda eksiklerimizle varız kabul ama şahsi işlerimizi üstlenmek gayreti zor gibi görünse de kolaydır. Herkes Allah Resulü neleri kendi yapmış bir baksın. Herkes oturduğu yerden su istememeyi, çıktığı yeri temiz bırakmayı, alabileceği bir yükü bir dakikalığına bile başkasına taşıtmamayı, angaryasını yıkacak yer aramamayı öğrensin. Ya da tersinden bakalım mevzuya; kimse istediği suyu getireni, hayatındaki insanlardan gördüğü yardımı, sırf sevdiği için şahsi işlerimizi  kolaylaştırmaya çalışanları yormasın.  Karakteri iyi, yüzü mütebessim insanları bu fıtratları üzerinden yüklenip üzmemeliyiz. Tersi de düzü de, önü de arkası da aynı sonuca bakıyor. Bu hayatta herşey gayrete tabiidir. Gayretimiz yoksa elimizde pek de bir şeyimiz yok...

Şimdi doğrulun en yakındaki işe bir de bu düsturla koyulun...  Allah Resulü'nün gayreti, samimiyeti, önderliği  bizimle olsun.


YeniBirlikGazetesi

20.06.2023

"Baba"

 


Bizim jenerasyonun anne babası bir değişikti. Kötü anlamda değil tabiki ama biz bizimkilerden farklı büyüdük. Onlara sorsan imkanlar içinde imkanlar bolluk içinde bolluk ile büyüdük ama bize sorsalar aslında o kadar da bolluk yoktu çünkü darlık görmüş insanların temkinli bir halleri var hep. "Ne gerek var" "boş işler onlar" "fuzuli şeylere heves etmeyin" falan filan... Daha orijinal cümlelerde  duymuşuzdur da gelmişiz kaç yaşımıza hatırlayamadım şimdi... Ama olmamış olabilecek olanlar, hatırlıyorum o kısmı net. Ben babamı yirmi dört saatte göz göze diz dize maksimum yarım saat görürdüm bana yeterdi. Hala bir insanın bana vereceği yarım saat bana yetiyor fazlasını istemiyorum. Yeterdi çünkü samimiyetle verirdi onu bana. Verdiği tek şey de oydu zaten desem acaba haksızlık mı olur belki de öyle olur çünkü ben bir baba değilim asla anlayamayacağım şeyler olabilir. Annemi anladığım kadar babamı anlayamam. Sadece empati yapabilirim.

Bir yazıda diyordu ki eğer günde üç saatinizi çocuğunuzun maddi manevi ihtiyaçlarına ayıramayacaksanız baba olmayın. Bunu babasız büyümüş ve baba olmamış bir arkadaşımla paylaşmıştım o da bana demişti ki babalığın matematiği olmaz onlar hesaplamış mı acaba çoluğu çocuğu için sürekli iş başında olmak zorunda kalanları, mesaiye kalanları, Uzak yollar aşanları, ekmek parası için onu görmemeyi göze alanları bunu kefenin hangi kısmına yazacağız demişti. Çok haklı, bazılarının babalığını zamanla ölçmek haksızlık... Bazı babalar baba olmanın bedelini fazla ödüyor. Onlar diğerlerinden  daha az baba değil. İşte böyle öğreniyorsun bazı dengeler ve hassas konular var, terazinin diğer kefesine bir toz tanesi gibi koyarsın ama büsbütün ağır gelir, buna anca göz şaşırır ama pek çok şeyin gözle görülmeyen ağırlığı  var işte... Böyle durumları kurtaracak tek şey samimimyet. Bende bu sebeple diğer açıklarını kapattım babamın. Dedim ki şu göz göze diz dize benim için ettiği, bana göre benim isteğime  göre ettiği sohbetlerin kalbimdeki kefesi ağır basıyor, basmalı. Ben o gayretin samimiyetine inandım. Buna inanan her çocuk fazlasını göremediğnde bir burkulur ama en nihayetinde anlar... Talep edilenler bir gün geliyor talep edilmez hale geliyor... İstedikleri, bekledikleri bir şeyler varken bizden elimizden geleni yapmamız şart. Gayreti göreceklerinden eminim ama eylem şart. Bir çocuğun düşkünlüğü kızsa baba, erkekse anne olduğuna çok da inanmıyorum. Kim emek veriyorsa, duygularını kim besliyorsa, dünyasına kim el uzatıyorsa çocuk onu hayatının merkezine alıyor. Giremeyenden talepler yavaş tavaş eksiliyor...

 Babayı çocuğun gözünde var eden anne, anneyi çocuğunun gözünde değerli kılan bir parça da babadır. Baba kendi yaptıklarını çocuğuna anlatması pek tesirli değil bunu anne yapınca tesirli. Annenin sözleri sihirlidir çocuğun kalbine üfler, baba için anne ne derse, zamanla baba ona dönüşür gözünde... Keşke bunun herkes farkında olsa... Asla tek bir söz dahi etmese çocuğun yanında ya da ağzını hep güzellikle açsa çünkü bence babaların övgüsü çok eksik kalıyor...

Evimin direği güzel bir tabidirdir bana göre. Çadırların ortasına bir direk olurdu eskiden hala aynı mı bilmem. O direği çekince kurulu çadır tek hamlede kapanırdı. Evden babayı çekip alsan ev de aynen böyle olur... Sağlam bir hanenin yegane kaynağıdır baba. İnsan üç nesil annelik ve babalık görüyor aslında bu bigeliğe giden bir yol bence. Önce annen baban var sonra sen anne baba oluyorsun sonra çocuğunun çocuğuna büyük annelik babalık var. İşin ilginci annemiz babamız bize anne babasını anlatırken ne kadar zor insanlar olduklarından bahsederler, bize onların yaptıklarının en az yarısını yaparlar ve bizim çocuklarımıza gelince bu durum ortadan neredeyse tümüyle kalkar. İnsan aslında çocuğunun çocuğuna gelince öğrenir çoğu şeyi. Süze süze, deneye yanıla, öğrene öğrene... Sonra bakarız anne babamıza ve bize vermedikleri bir öğretiyi bir güzelliği nasıl oluyorda çocuğumuza bu kadar güzel sunabiliyorlar diye şaşırıyoruz. Böyle bu işler Allah bize de o günleri görmek nasip etsin... 

Her anne baba kendisini bir şekilde yetersiz hisseder böyle zamanlarda elimi kalbime koyuyorum. Bir emanete elimden geleni yaptım mı diye soruyorum cevap evet ise sonuç ile ilgilenmiyorum. Biz bir sonuç değiliz süreciz. Her konuda böyle takdir onun sonuçları nasıl isterse öyle verir...

Bazı ebeveynlerin her şey çocuklarımız için deyişi bana hoş gelmiyor. Buradaki öncelik haneye pay edilmeli. Bugün de yaşanmalı, kendi için de yaşamalı insan. Her şey birlikte sağlıklı ve güzel. Ötelenen, fazla feda edilen ne varsa sonu marazlı... 

Baba olmanın  anne olmaktan daha fazla yükümlülükleri var. Ahlâkî eğitimden baba sorumludur mesela. Dini eğitiminden de. Rol model olmak da var işin içinde. Maddi imkan sunmak da. Anne bu dünyanın altında gereğinden fazla yük yüklendiği için ezilen kişidir. Öyle demez mi mülk sahibi? Biz kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemedik, o halde biz kendimiz yüklendik... Yüklediler, ses etmedik. Anne emzirmeye mecbur değildi, evin işlerinden mesul değildi, çocuğun dini ve ahlaki eğitiminden mesul değildi ama hepsini görev edindi ve hiçbirine ya tam yetişemedi ya da yetişicem diye dert sahibi oldu... :) Ah ahh... Anaları da kattım araya:))

Hayat güzel, tatlı, basit bir yolculuktu adil olmadığımız her konuda suyu bulandırdık ve kimse hakkını alamadı. Herkesin kalbi bir yerlerde kırık ya da bazı şeyler  bazı bedeller yüzünden içimizde kalmış bir burukluk. Her şeye rağmen  hep dediğim gibi "iyi şeyler de olmadı değil" çok güzel şeyler de oldu... Hayat bir alır bin verir. Bir yerden yükleniyorsa öbür taraftan güller açtırır. Ve evlatlar en güzel gül bahçemiz... Kokladıkça kendimizi bulduğumuz, saflığımızı ve masumluğumuzu hatırladığımız. Belki de bu yüzden böyle günlerde biz onlara teşekkür etmeliyiz varlıklarıyla çok şey öğrendiğimiz için...

İyi ki varlar...

İyi ki varsınız...

29.05.2023

Sevdaya Dahil...


Leyla ile Mecnun kıssası okuyorum bir kitap aralığında. Mecnun duyuyor ki Leyla meydanda yemek dağıtıyor, koşuyor eline bir kap alıyor ve hemen sıraya giriyor. Öyle ya  sevgiliye giderken bahane lazım, kapsız da gidebilir zira ama gitmiyor... Mecnuna geliyor sıra, Leyla kaşlarını çatıyor getirdiği kaba kepçesiyle vuruyor. Mecnun halinden memnun tekrar sıraya giriyor. Mecnunu gören Leyla yine kaşını çatıyor yine ters davranıyor, tekrar sıraya girince ya hu Kays ne diye giriyorsun rekraren sıraya, baksana sana nasıl davranıyor diyorlar...

Kays diyor ki; olmsayadı bana meyli, vurur muydu çanağı Leyli...

Cefa da sevdaya dahil diyenlerin hikayesi başka güzel. Bence Mecnun un meşrebi güzel. O Leylasız da güzel severdi ama Leylayla başka güzel sevmiş. Seven insanın elinden Leylasını Mecnununu alırsak onlar yine de güzel sever. Sevmeye cisim lazım bunu İbn Arabî, ilahi aşk kitabında öyle güzel tane tane detay detay anlatır ki sevmelere doyamaz insan... Sen, ben, o veya öteki... İçimizdeki sevmek kaynağına temas eden geçici güzelliklerden ibaretiz. Gittiğinde bile, olmadığında bile güzel sevişimiz orada öylece kalıyorsa ve çoğalarak, herşeye sirayet ederek devam ediyorsa sebebi budur... Aşk vesile ister, vesileyle sonsuz birliktelik istemez...  O kelebek gibidir nereye uçar nereye varır kime görünür bilinmez... Gittiği yerde mutlu olsun sözünde ve kalben edilmiş güzel dualarda yaşar gider sevgili.... Dilinde zikri olur bunun, kalbinde yeri olduğu kadar...

Kıssayı satır satır işlemek adettendir bir kısım der ki, cefa sevdaya dahildir Kays bu yüzden hoşnuttur onun bu hareketinden. Bir kısım da der ki; Leyla'ya değil, çorbaya talip oluşu yüzünden azar işitmiştir. Sen ki bana aşıksın çorbayla ne işin var çorbayı değil beni istesene der, bu hareketiyle....

Öyledir işte neresinden tutsan sevmek için bahane çok, nefret için sebep hiç yoktur. Sevenin sevdiğine değil sadece, sevgiyi sevgiyle işlediği kalbinde, kimselere aksi bir delil yoktur, gören sevgisizliğinden yanlış görmüştür. Olsa olsa bu olur...

Arka fonda...

26.05.2023

Döngü...

Hiç anlaşılmadığın yerde her şey olabilirsin. Her şey sevgisizlikten diyen üstad ne doğru bir şeye temas etmiş. Çünkü sevmek eksilen bir parçamız olduğunda onu çoğaltacak hiçbir şey yok. Sevmek birine atfedilen bir hoş seda değildir, birini sevmenin güzelliği insanı güzel ve ümitvar yapar. Karamsarlıktan çıkaran pürü pak bir yeri vardır. Zamanın seyri, baktığın şeyin çirkinliği bile gider sevince. Bunu yere serdğim bir piknik örtüsünün üstünden yazıyorum. Bütün dünyayı ağır çekimden seyretmek için geldim buraya. Sevgiden azıcık nasiplendim diye içime yerleşen huzur, bir de seviye atlasa ne hale gelecek diye düşünmenin bile heyecanını yaşıyorum. Kargalarla kurabiye yerken, otların rüzgardaki seyrini izlerken kendime dönüyorum sık sık. Anılara ve depresif hatıralara veya özlemlerimi değil, sadece kendime dönüyorum... Öyle uzağım ki insanlardan onlara karışmam gereken ortamlarda çok acayip şeyler görüyorum aslında görüyor-dum, ben dersimi çoktan aldım, çok görmüyorum artık hoş da görmüyorum sadece uzak duruyorum ve bu kusuru görmenin benimle alakasını düşünüyorum nitekimde herkes ama herkes başkasında kendi eksiğini kendi kusurunu görüyor... 

İnsanları değiştirmeye hiç kalkışmadım demeyeceğim evet ilginçtir tamamen iyi niyetle ve o kişiyi (kişileri) düşünerek (iyiliğini isteyerek) yaptığım zamanlar oldu ama öğrendim. Sınırları ihlal etmenin saygısızlığını, anında değişmeyecek şeyleri demenin iyilik olmadığını kaldı ki bunu harika, gönülden hala dost olduğum, dostluğunu çokça özlediğim birinden görmüştüm ama öğrenmemişim, ona bunu anlatmak isterdim. Koşup sana anlatmak isterdim, sanırım bu anlamda sadece bir tane harika dostum oldu, olana olduğu kadar iyi ki🌺


Her şeyin olanına olduğu kadar iyi ki... Hayat her şeyi olması gerektiği kadar veriyor, elimizde değil daha fazlası artık buna da inanmıyorum. Keşkelerin beyhude oluşuna canımı sıkmıyorum. Pek çok şeyi kişisel algılamıyorum pek çok şeyi üstüme alınmıyorum her gün daha fazla kimim, nasılım hangi davranışımın aslında kaynağında ne var çalışıyorum üzerine, herkes çalışmalıymış, ömür boyu sürecek bir şey öğrendim ve bunun huzuru ile kendimle çalışmalar yapıyorum, en azından deniyorum. Herkes kadar kusurluyum herkes kadar insani, aslında herkes gibiyim... Ama ümitsiz değilim. Bu hayat bana eşsiz insanlar verdi. İnsandan yana gönlümde güzel şeyler kaldı. Her öğrendiğim şeyin içimde bir bilge kişisi var. Bu benim şansım bu dünyaya herşeye umutla ve sonsuz iyi ihtimalle bakmama vesile olan şey.

Ben iyi şeyler kadar iyi olduğunu sandığım pek çok kötü şey yaptım... Telafi de ettim, telafisiz de bıraktım, pes de ettim, içimde yaşayıp devam da ettirdim... Ama biliyorum ki hep iyiye doğru gitmeye çalıştım, biliyorum ki ben iyi biriyim deyip bırakmadım kendimi... İyi olmak kolay değil. Bilgi istiyor, emek istiyor, terbiye istiyor mütemadiyen... Yoruldum, yordum, dinlendim ama az ama çok devam ettim. Hep içimde bu yer çiçek açar. Kendimi seviyorum, sevdiklerimi ve onun sevdiklerini de... Diğer her şeyi de onların içime ektiği sevgiden taşarcasına seviyorum. Benim sevmediğim ve nefret ettiğim pek bir şey yok... Bunu bir çiçek kokusu eşliğinde söylüyorum...  


Bu benim bu hayattaki kârım...


Vesselâm...


13.05.2023

Gazete Yazıları 4 (Giderken)

Sen orucu tutarsan oruç da seni tutar diyerek büyütülen çocuklarız. Bu, ramazanla aramızda karşılıklı bir dayanışma ile gerçekleştiğini varsaydığımız, sonralarda ise aslında gücünü kendimizden almadığımızı anladığımızda kolaylaştığını gördüğümüz bir ibadet. Tutamıyorumun tutanı, dayanamıyorumun dayananı ilan etmedikçe kendimizi, kolayca yapılacak bir ibadetken, gücü verenin gücüyle yaptıklarımızı unutup, kendimize biçtiğimiz payın içinde bir kısır döngüye giriyoruz. Sonra bir bakıyoruz biz onu tutmuyoruz o da bizi tutmuyor geldiğimiz nokta bundan ibaret. 

'Ben yapıyorumla' zorlaşan, tam bir güvenle 'Sen yardım ediyorsuna' dönüştüğünde, zorlaşan hiçbir ibadet yok aslında. Belki bu yüzden sırf bu detayı kaçırdığımızdan Allah'ın bildiğini kuldan esirgemeyen insan sayısında bir çoğalma var. Çok uzak değil bundan on sene evvel geçtiğim yollarda pek çok alkollü mekanın" Ramazan dolayısıyla kapalıyız" yazısıyla karşılaşırdım. Tadilatlarını, mekan içi değişikliklerini hep bu ayda hallederdi böyle işletmeler.Bu karşılıklı olurdu, mekân Ramazan'a hürmet eder, müşteri Ramazanda alkolden geridurur ortaya böyle zarif kapalıyız yazıları çıkardı. 

Bir suyu sağa sola bakmadan destursuz içen pek azdı, yanındaki oruçken öğlen yiyeceği yemeği konuşmaktan dahi haya ederdi insanlar. Ne yiyene ne içene ne de bu hal üzere yaptığını saklamayana sözüm yok aslında. Benim içerlediğim ve toplum olarakta birbirimizi anlamadığımızı düşündüğüm kırgın yanımız şu; hiç iftar sofrası şenliği görmemiş, hiç sıcak pidenin heyecanı ile sofraya oturmamış, annemize hiç," nolur sahura kaldır bak yarın ben de sizinle oruç tutacağım" dememiş, hiç tekne oruçlarında zorlansak bile tuttuğumuzu kâr sayıp gururlanmamış gibiyiz. Sanki biz hiç salata kokusu daha mutfaktayken yayılan o tatlı günlerin, koca ramazan da üç beş gün oruç tutup bayram sevincini en çok hak ettiğimizi düşündüğümüz zamanların çocukları değilmişiz gibi... Televizyonda her gün iftara yakın Esma-ül Hüsna'nın ritmine kapılmamış, bir büyüğün dizi dibinde ramazan sohbetleri dinlememişiz gibi, sen oruçsun de bakalım canın ne çekiyor iftara yapayım diye sorulup gönlümüz türlü türlü ilgi alakayla okşanmamış gibi, gece yarısı annenin' haydi sahura' sesiyle en sevdiğin, mis gibi kokan hamur işlerine gözünü açıp mutlu olmamışsın gibi.... Bizi cımbızla almış ömrün ortasına, hatırasız, duygusuz, ibadetsiz koymuşlar gibi. Herkeste bir hafıza kaybı, bir şuursuz sebebiyetsiz yeme içme serbestliği... Orucu tutanın oruçsuza hoşgörüsüzlüğü değil elbet bu, zira tuttuğumuzu da tutmayana vermek an meselesi. Ben sadece hatırlansın istiyorum. Ne değişti de, değiştik...

Entropi yasası diyor ki; bir şey kendi haline bırakılırsa, sürekli bozulmaya, dağılmaya ve negatife doğru gider. Bunu al bütün hayata çarşaf çarşaf yay ver gör, görelim biz aslında neyi bozmazken bozuyoruz da haberimiz yok. Bir ibadet üstüne az da olsa eklenmeden devamlılık göstermiyorsa şüphe yok ki zamanla azalarak çekip gidiyor hayatımızdan. Bir iyi huy üstüne başka güzel huy eklenerek güzelleşmiyorsa demek ki zamanla ahlâktan edepten ve bilumum iyi hasletten küçük küçük koparmaya başlıyoruz. Ramazan'ın sonundaki bayrama sevinmek biraz da hüzünlendirmiyorsa o ramazan seni kendiyle meşgul etmemiş, seninle hiç muhabbet etmemiş demektir. Tutabilecekken tutmamanın da en az entropi yasası kadar şaşmaz bir kuralı vardır ve denir ki bir insan bir ibadeti yapabilecek kapasitedeyken şayet onu yapmaz ise, akabinde bir gün gelir o ibadeti yapmak isterse o zamanda Allah ona onu nasip etmez. Sağlıklıyken sığındığımız bahaneler bir gün gerçek bahanemiz haline geldiğinde o gün istesek de bu kadar yapabilir olamayacağız. Yoksa arzu ettiği halde tutamayanların gönül muhabbeti zaten hep oruç, onlar tutmazkende tutanlar safında...
 


Gazete Yazıları 3 ( İnceldiği Yerden)

İnsan hayatı pek çok emeğin yumak olmuş haline benzer. Hayatın yününü derler toplar binbir zahmete girerek eğirirmeye didinirsin. Bir avuçtur elde ettiğin yumak ama niteliklidir de onca zahmete bakılınca... Biz bu yünü eğirirken ellerimiz nasır tutar, çerini çöpünü ayıklayacağım, hep aynı oranda incelteceğim diye zahmet üstüne zahmet çeker, elde ettiğimiz o yumakla iyi şeyler dokumak isteriz. Bu emeğin ipi de, örgüsü de güzel olsun sıcak tutsun isteriz. Bazen öyle olmaz... İnsan yoruluverir, tükeniverir, dayanamaz olur. Gücünü, özenini aynı şekilde veremediğinde bir ince bir kalın çıkmaya başlar insan hayatının yumağındaki ip. Yer yer o kadar seyrelir ki "amaaan, inceldiği yerden kopsun" demek isteriz. Kopar da... Gereğinden fazla incelmesini göze aldıktan sonra pek çok ip kopar. Elinde kalanı ne yapacağını bilmeden yılgınlıkla verdiğin bu kararın da bir bedeli olur ama artık umursanmaz.
Sıkça duyuyorum bu cümleyi. Artık bütün emekler gözden çıkarılmış gibi. Kimsenin yün eğirirken elleri nasır tutmamış gibi ve o elleri gören kimseler olmamış gibi... İnceldiği yerden kopuveriyor tüm bağlar. Halbuki daha kopma emaresi yokken tutuvermek lazım işin ucunu. Kimseyi bu cümlenin başında emeklerini harcarken ve vazgeçmiş bir halde bırakmamak lazım. Her bir ilişkinin, her bir yaşantının bağını şu çaresiz cümle ile koparmamak lazım. Öyle büyük emekler ve bedellerden sonra insan öyle bir kolaylıkla deyiverir ki bunu, bu aslında kocaman bir vazgeçiştir. Hüzünlü bir yanı vardır. Öylece kesip atamamışsındır da inceltmişsindir, kendiliğinden kopsun demişsindir. Belki bir şansı olur, ihtimali olur kopmaz demişsindir. Hem umursamamışsındır hem de olmasın diye çok dua etmişsindir.
Bağları sağlamlaştıralım şu cümleyi kimseye kurdurtmayalım isterim. Bunca zahmetin içinde oluşan o kıymetli her bir bağın, bulunduğumuz yerde bir anlamı var. Kopanların yerine yenileri gelirken gidenlerin hüznü de salınır usul usul zamanın içine. Yeniden başlamak gücümüz de tükenmeye başlar böylelikle. Yorgun insanların eğirdiği ipte incelen zayıf bir ip olmayın, o yumakla hiçbir şey örülemiyor ve kimseyi ısıtacak niteliği olmuyor. Hayatın ne kadar kısa olduğunu, ne kadar kolay yarım kalabildiğini göstermedi mi bize zaman. Kısacık hayatta bu kadar vazgeçişe sebebiyet vermek niye? Yattığımız yatakta bile kalkamama ihtimalimiz varken, bugün sevdiklerimizle yediğimiz yemeğin ertesi gün aynı kişi sayısıyla yenmeme ihtimali varken, çatımız, yuvamız, arkadaşlarımız orada bizi mütemadiyen beklemezken bağları koparacak raddeye getirmek niye? Yüreklerin yanıp, ümitlerin bitiği şu zor zamanlarda "inceldiği yerden kopsun" dedirtmek büyük özür... Farkındalığınız olsun, şimdi sağlamlaştırma zamanı. Elimizde ne kaldıysa sarılma zamanı. Emeğin karşılığı sağlamlık olmalı, sıcacık kuşatan bir battaniye gibi ısıtmalı. Yoksa bunca zahmetin ne manası var...

Demem o ki, herkes heybesini iyi doldursun, hayat bizi bir sallıyor tutunacak tek bir bağ bile kalmıyor. O gün şen bir kahkaha, heyecanlı bir konuşma, sıcak bir dokunuş bir sis bulutu gibi etrafa yayılıyor. Hem görüyor hem de ulaşamıyorsun... Sesler, kahkalar perde perde kalkarken geriye sadece bir avuç anı kalıyor.