16.10.2012

Affet/tim...


Bazı sevgisizlikleri anlatmak, alkolle temizlemeye çalıştığın yarayı üfleyerek yatıştırmaya benzer. Hem temizlemek istersin hem de anlattıkça çoğaltırsın… Yersiz tırnak darbeleri katar arada bir kanatırsın. Yani aslında bütün duyguları deşifre edip kocaman bir yarayı çırılçıplak bırakırsın. Ve bir zaman sonra görürsün ki o yaralar böyle asla kapanmaz. Vazgeçersin anlatmaktan, nefret etmekten, taş kesilen hıncından… Kocaman bir yutkunuştan sonra dersin ki; “affettim ben onu…”

Affedince küçülür derin yarıklar… Belki zamanla hırsından attığın tırnak darbeleri bile yok olur. Affetmek kendini sevdirir insana. “Hakkım helal olsun ona” demeyi de başarırsan o yaranın/ yaraların yerini bile unutursun. Bir iç huzurun başlangıcıdır her şeye rağmen affettim demek. Öyle zor öyle zordur ki… Öyle insanın içine oturur ki…

Ama bir gün gerçekten affet tüm yaralarının sahiplerini. Kanatma kendini. Acıtma artık. Kurduğun kimsesiz dünyanda sardığın saramadığın her şey bırak iyileşmeyedursun. Çünkü sarmak için paylaşmak tehlikelidir bazen. Paylaştıkça kanatacağın her şeyi merhametin, sevginin kollarına at…

Zor biliyorum…
Bunu yapmak çok zor…

Ama her gün kanamak, sızlamak kolay mı ki…
Amak-ı Hayal

6.09.2012

Kavrulmuş Soğanda Buluna(maya)n Huzur


Her yemek yapışımda aynı çocuksu tavrı gösteriyorum. Elime küçük bir ekmek parçası alıp, kavurduğum soğandan bir parça ekleyip, büyük bir zevkle yiyorum. Sanki bütün yemeklerin kavrulmuş soğanlarına yetişmişim gibi hatırlıyorum o zamanlarımı. Hâlbuki çoğuna yetişemezdim... Her kavrulma kokusuna koşup mutfağa giderdim ama çoğuna yetişemezdim. Bazılarını büyük bir itina ile zamanında yakalar iyice kavrulana kadar dibini göremediğim tencerenin başında sabırlıca beklerdim. Bana dünyaları verseler tahta kaşıkla yağı damlaya damlaya ekmek arasına konmuş bir parça soğana değişmezdim. Hala öyleyim…

Küçük bir tabağa konmuş ve sıkı sıkıya tembihlenmiş bir çocuk olarak, elimdekinin kıymetini bilirdim ben… Bir soğan kokusundaki güzelliği tarif edemem kimseler. Ekmeğe işlemiş yağın o lezzetli tadıyla kendimden geçerdim ben...

Kaç çocuk bilir bunun anlamını biliyor musun? Her akşam vakti yaklaştığında açlıktan zil çalan mideleriyle babalarını bekleyen çocuklar iyi bilir. Annesi, “baban gelsin sofra koyucam az daha bekle” deyip camda kapıda bir kulağını bir gözünü koyup oyun oynamaya çalışan çocuklar bilir. Evin her tarafında buram buram yemek kokarken ve anne mutfakta hızla yemek yaparken evin ne kadar saadet dolu olduğunu hisseden çocuklar bilir. Babanın eve gelmesiyle hemen yere serilen sofra beziyle birlikte aile olmanın hissini yaşayan çocuklar bilir. Ekmeğin en güzel yerini kucağına koyan babanın çocukları bilir… Yemek yerken en sevdiğinden başlamana izin veren sevimli annelerin çocukları bilir…

___

Babası eve geç gelen çocuklar bilir(!) Annesi yemek derdine düşmeyen çocuklar bilir(!) Her günü makarnaya talim ettiren işine geldiğinde yemek yapan işine gelmeyince dışardan sipariş veren ailelerin çocukları bilir(!) Mutfağı akşamüstü yemek kokmayan ailelerin çocukları bilir(!) Yemek için babanın beklenmediği nice akşam yemekleri gören çocuklar bilir(!) Annenin hep sitem ettiği, o yemek bitecek diktalarının tavan yaptığı sofraların çocukları bilir(!) Anneyle babanın bütün sorunlarını sofrada konuştuğu ve çoğu zaman sonunu şiddetli kavgalarla geçirdiği ailelerin hep görmezden geldiği çocuklar bilir(!) Boğazında düğüm olmuş yemekle alamadığı lezzetin aslında çoğu zaman sevgisizlik olduğunu öğrenmiş çocuklar bilir(!)

Aslında bir çocuk bir lokma yiyeceği yutarken etrafında ne oluyor ne bitiyor hepsini çok iyi bilir!


Amak-ı Hayal

31.08.2012

Boya Sandığı


Otobüs bekliyorum. Güneş kızdırmış caddeyi. Elimi alnıma atıp caddeden hızla geçen o arabalardan hangisi Kadıköy’e gidiyor diye bakınırken görememişim… Ben değil bir tek, fark ettim ki yığınla durağa doluşmuş kimse görmemiş onun nasıl bir yorgunlukla uyukladığını. Çok yorulmuşa benziyordu. Ayağında kahverengi kumaş pantolon vardı paçaları yıpranmış. Üstünde gömlek, kolları sıvanmış. Başında kır saçları vardı yaşı kim bilir kaç. Eğreti sandığına bakacak olursak ya çok çok fakir ya da kendine iyi bir sandık edinmediğine göre bu işi sürekli yapmıyor.

Mayışmış... Çömeldiği yerde daldıkça sarsılıp gözünü açıyordu. Çok üzüldüm… Güneşin altında oluşuna üzüldüm. Orada kimse ayakkabısını boyatmaz ona üzüldüm. Sandığının eğreti oluşuna üzüldüm. Güneşten çok etkilenmiş yüzüne üzüldüm. Yorgunluğuna üzüldüm. Emekli yaşı gelmiş her insan gibi evinde olamayışına gerçekten üzüldüm…

Binlerce var onun gibisi sokakta biliyorum. Abartılı gibi görünüyor üzüntüm. Ama o bunu öyle hissettirdi ki bana. Rahat yatağa hasret bakıyordu yorgunluğu. Ayakkabılarıma baktım boyanacak gibi değildi. Eline para versem, çekindim kızar mı diye. Üzülerek durağa doğru çevirdim yüzümü. Tam vazgeçmiştim ki mendilde sattığını gördüm.

İki mendil aldım ve elimden geleni yaptım. Parayı uzattığımda öyle güzel gülümsedi ki anlatamam. Bereket versin dedi…

Dilerim bereket verir Allah…
Çünkü hepinizin gönlümde kocaman bir yeri var…

Amak-ı Hayal

11.08.2012

Dualarda Buluşuruz


Her yangınında eline uyku haplarını alan, kendini gecelerin sarhoş kollarına atan insanlara inat, dualarla seviyorum seni. Ne zaman benden uzaklaştıracak hastalıkların dirayetsizliği kaplasa seni, geceleri yasinlerle kapatıyorum. Elimden binlerce tesbihat geçiyor, gönlümden binlerce dua…

Belki bitirdiğim o 4444’lü salâtı tefriciyelerin hatırına hala yakınlarımdasın… Belki iki yakasını zorla bir araya getirdiğim bu ilişkinin derme çatma duruşu bile bir duanın sebebiyetindendir. Özlemek beni sana değil Allah’a yakın ediyor. Secdeden kalkamayan başımın çaresizliğisin sen… Acizliğim hatimlere sebep…

İnancı, umutla çaresizlikten birleştirdim ben… Ne zaman seni görememenin hüznüne düşsem gözyaşlarımla yarışan dualar ettim… Aldığım nefesin yarısını sana versin istedim. Ömrümden ömrüne hediye olsun canım istedim. Acı çekme, özlemin acısı yeter bize hastalıklar senden uzak dursun istedim…

Ben sadece çok istedim…
Olmayınca dönüp isyan etmedim.
Dua etmeye de seni sevmeye de devam ettim…



Amak-ı Hayal

8.08.2012

(Sadece) Yorgun...


Bazen delice koşmuş nefesi kursağında yarım kalmış biri gibi hissediyorum kendimi. Hemen çocukluğum geliyor aklıma. Peşinden bir ağlama hissi. Sonra derin bir yanma hissi… Derken anlıyorum yaş olmuş bilmem kaç. Ellerim olmuş kocaman. İçimde ağır özlemler. Elden çıkarılamayanlar, yerine koyulamayanlar…

Ateşim çıkıyor yerli yersiz. Çok ağlayınca hep ateşim çıkar. Bazen istemesen de bakarsın o tuzlu şeyin tadına. Fark etmeden aşar yüzündeki sınırı. Bakarsın ki bir hadsizlik edip inmiş göğsüne kadar. İstersin ki sel olsun ortalık, bir çizgi film karesi gibi...

Olmaz…

Bazen öyle sıkar ki canını bir şeyler. Bazen öyle çok üzülürsün ki… Bazen öyle çok birikir ki söylenmişler söylenememişler… Ne yapsan çıkmaz içinden. Tek bir bahaneye bakar hüzün… Tek bir sebebe, tek bir söze bakar…


Amak-ı Hayal

25.07.2012

Canlı Kareler


Kaç yaşında başladım ben oruç tutmaya acaba? Düşünüyorum ama tam olarak kaç yaşımda başladığımı hatırlayamıyorum. Aklıma yine çocukluktan kalma hatıralarım geliyor. Tekne oruçlarım… Öğlene kadar bile tutamadığım oruçlar hatta… Mutfağı aşındırıp durduğum ve en sonunda dayanamayıp yediğim bir ton tekne orucum var. Küçük küçük yediğim hiçbir yiyeceğin orucumu bozmayacağına inandığım ve aslında daha başlamadan bozmuş olduğum oruçlarım var. Bir çinko kazan geliyor aklıma. Küçük bir kazan… İçinden kavurma oyup yediğim. Mutfak kapısının arkasındaki gizli hazinemdi o benim. Dolapta köstebek gibi oyduğum antep fıstıklı helvam. Sırf fıstıklarını yemek için oyup oyup ortalığı berbat ettiğim birçok helvalı hatıram var. Şimdilerde bir çocuğu dolaba girmiş helvadan fıstık ayıklarken görsem kulaklarından tavana asarım herhalde. Ama birileri bize tahammül etmiş. Sabır demek ki böyle bir şeymiş…

Ne kazanmadığım oyunlar ne de mutsuzluklar. Sanki hep kazanmışım ben bu hayatta. Sanki her şey benim olmuş gibi anıyorum bazen eskileri… Bir şeylerin tadı, kokusu kalmış hafızamda. Söğüt kokusundan tut da haşlanmış mısır kokusuna kadar harika hepsi. Tırnaklarımıza oje niyetine geçirdiğimiz çiçek yapraklarının kokusuna kadar her şey o kadar canlı ki… Sanki hala teyzem çocukluk arkadaşım. Sanki şimdi çıksak hurçların tepesine otobüsçülük oynayabilecekmişiz gibi. Ah ne zaman eskiyor eskiler… İnsanın çocukluğu nasıl böyle diri kalıyor. Neden unutmuyor paylaştıklarını, tadını bellediği helvayı, kavurmayı, yağda ölmüş soğanlı ekmeğini, deli gibi yediği salçalı makarnasını… Bayramlığının kokusunu, komşuda yediği tatlıyı, en sevdiği oyuncağını, en kadim oyun arkadaşını…

Amak-ı Hayal

10.07.2012

Samimiyet


Eskiden kooperatiflerle ev sahibi olmak daha revaçtaydı. Ama geç biterdi böyle başlanan inşaatlar. Hatta eskiden inşaatlar hep yıllar sürerdi. Bizimde kooperatiften alınmış taksiti gırtlağa gelen bir ev sahibi olma telaşemiz vardı. Oldu da! O olana kadar annemle milyon hayalle içini günde beş yüz kez dayayıp döşerdik… Güzel günlerdi. Ama sorsan aklımda sadece bir anı kaldı, o günlere dair. Kooperatifin bekçisinin evi!

Babam bir gün tuttu elimden beni varoşların sokağına soktu. Varoşta denmez bir çingene mahallesi diyelim. Birinin, boyası kabarmış, rengi solmuş tahta kapısını çaldık. İçerden kooperatifin bekçisi çıktı. Bizi kırk yıllık dostu gibi içeri aldı. Bir adım attık hop diye salona girmiş bulunduk. Meğerse hepi topu iki odası varmış zaten. Sessiz, sakin ve hafifte çingene hantallığındaki hanımı bize ikram için içeri girip yanmış bir kete ve bir bardak çay getirmişti.
Suratına bakılmayacak nitelikte yarısı yanmış bir kete ve yanında plastik bir bardakta çay…

Ama işte dememek lazımmış öyle. Bazı ikramlar varmış ki ömrü billâh damağında kalırmış insanın. Anlayacağın benim o gün içtiğim çayla yediğim ketenin tadıda damağımda kaldı. İkram gönülden olunca sunulan yanıkta olsa baldan tatlı gelebiliyormuş insana.

Biri size alüminyum tabakta yiyecek, eğreti bir bardakta içecek getirirse düşünmeyin temiz mi pis mi. Belkide aldığınız alacağınız en tatlı ikram o olur...

*Kete: Erzincan usulu bir tür hamur işi.

Amak-ı Hayal

26.06.2012

Çıkmaz Sokak


Bazen tek başına kaldığın, yabancı ama aynı zamanda olabildiğince aşina sokaklardan birinden geçersen, içinde bir çocukluk demleniverir.  Gözün sokaktaki çocukların heyecanına karışır, yerde gezinen o renkli topa heves edersin. Yerde alçı kırıntısından bozma tebeşir çizikleri… En işe yarar “lap” taşı nerede diye bakınırken bulursun kendini, sanki bulsan oynayacakmışsın gibi, sanki oynasan herkesi yenebilecekmişsin gibi… Sekize kadar o oyunun serüveni sonra birde tersinden oynadı mı kimseyi tutamazsın bir arada, herkes sıkılıverir…

Çocuksuz sokakların ıssızlığından da geçiyor olabilirsin elbet. Çöp konteynırları zincirli, etrafında “sezen apartmana aittir çöpünü atma!” uyarıları… Dutlar dökülmüş kaldırımlara, ağır tatlı kokusu basmış ortalığı. Bir rüzgâr var savunmasız duygularına sinsi sinsi üfüren… Etrafında senden daha hızlı ilerleyen toz, kum taneleri… Gözlerine doluşmuş rotası bozuk çerçöpler… Ve o hüznün sokağında yanından geçen bir kuru yaprak, bir anlamsız poşet…

Takıldı değil mi seninde gözüne… Arabanın altında bîperva gölgelenen köpekler. Yol çalışmaları yüzünden suratını buruşturmuş asfaltlar… Duvarda kocaman “Seni seviyorum Hatice” cesareti… İnsan nasıl olurda en anlam yüklü hatıralarının sokağında kendine ait bir tane bile bir şey bulamaz… Bir boyası atmış, pası çil yapmış içeri girecek kendine ait kapı bulamaz…

Niye mi anlattım bu sokağı sana.
Bil istedim sadece. Sadece bil istedim…

Amak-ı Hayal

10.05.2012

Korkuyorum


Hangi taşı kaldırsam altından sen çıkarsın diye korkuyorum. Senden korkmuyorum hissedeceklerimden korkuyorum. Bir süre zarfı dâhilinde her şeyin kuş tüyü gibi uçuşuna şahit oluyorum. Hafifsin… Hafifim… İnce çorapla süet çizme giymişim gibi iyi hissediyorum kendimi. Saten geceliğimle yumuşak yastığımda yatarmış gibi rahatım. Ama ne zaman birini sana benzetsem korkuyorum. İçim acıyor. En başa tekrar sararımda senli hislerden kurtulamam diye korkuyorum. Yanında birini görmekten korkuyorum. Sesini tekrar hatırlamaktan korkuyorum. Kendimden emin olamamaktan korkuyorum…

Hatırlarsında seninde düzenin bozulur diye korkuyorum. Varsa biri, en zararsız benden ürker diye ya da düşmanlık eder diye korkuyorum. Mecbur kalırda bir karşılaşmada elini sıkmak zorunda kalırım diye korkuyorum. Gün gelir çocuklarımız aynı sınıfa düşer diye korkuyorum. Farklı sevdaların ortak noktası olmaktan ve yan yana kalmak zorunda kalmaktan korkuyorum.

Senden korkmuyorum. Yaşadıklarından, yaşayacaklarımdan… İçimdeki sönmüş volkanların tekrar aktifleşmesinden tedirginim sadece. Bunu sen bilemezsin bende bilemem. Yaşamak lazım korkusuz... Öylede yapıyorum zaten. Yeter ki kimse sana benzemesin. Gişede bir memur senin gibi konuşmasın. Sevgi hareketleri sen gibi olmasın. Gülmesin kimseler senin gibi candan, içten, sıcacık. Güldüğü için güldürmesin beni senin gibi.

Geçti hepsi. Hafifledim derken tamda, çıkarsan bir yerden yine, en olmaz bir yerde. İki yol kalır biri çıkmazlı. Ya selam vermek zorundayım can çekişe çekişe ya da hatırlamam seni hiç belki de…

(Bütün yazılarımın konusu ben değilim)


Amak-ı Hayal

12.04.2012

Farkettin mi Aslında Herkes Gitti


Çünkü tek bir hayatta herkes kendi hatıralarını toplamak için koyuldu yola. Birincil durum kendi hikâyendi. Ne zaman kendi hikâyenin olumlu/olumsuz yanlarında koşuşturmaya başladın, o zaman baktın ki bütün sevdiklerini bir çantaya atıp götüremiyorsun kendinle birlikte.

Birileri arkanda bıraktığın o hayat yolculuğunda tabela gibi kaldı. Ne zaman elini dizlerine koyup dinlenmek istesen arkandaki yolu ezber ettiren tabelalara teşekkür edersin. Çünkü geldiğin yolu iyi bellemek, giderken de temkinli davranmaya delalettir.

Küçücükken başladı kendi senaryon için yaptığın mücadele ama o zaman farkında değildin bile. Aklına gelir miydi aynı toprağı eşeleyerek oynadığın, günlerini, saatlerini harcadığın can arkadaşının o toprak karelerinden öteye gidemeyeceğini. Ölümüne kankayız denirdi ya hani. O kankanın adı neydi sahi? Kopa kopa bağlanırız bir şeylere. Birileri gelir ve gider. Geriye kırpık kırpık hatıralar kalır. Kimini hatırlamazsın bile. Belki her gün aynı otobüse bindiğin ve en sevdiğin çocukluk arkadaşın hala seninle… Mavi pantolonundan ya da saçını çekişinden hatırladığın okul arkadaşın senin hayal ettiğin mevkide belki de.

İlk aşkına ne olmuştur acaba. Belki seni hiç unutmamıştır. Sence böyle bir ihtimal var mı hayatta. İlk aldığın aşk mektubu maniden oluşuyorsa ve biri sana değerli gördüğü (hac) yüzüğü hediye etmişse bu satırlardan hatırlar mı seni? Sahi hatırlasa dönüp de söyler mi bunu. Birileri tatlı kalır şıpsevdi sakızının kokusu gibi. Acaba bende kaldım mı dersin birilerinin aklında. Bunu derken bile hafızanda üç beş isim bile belirmez. Ne garip...

Bir yola çıktık hepimiz. Hiç fark etmeden öyle çok insan bıraktık ki geride. Kimisini çok sevdik. Kimini çok incittik.  Kimi çok acıttı ama çok öğretti bu yüzden dönüp dönüp içimizden teşekkür ettik. Birileri de hiç gitmesin istedik. Öyle farkındaydık ki onların/ onun varlığının kattığı anlamdan. Yine de gitti…

Çok sevdin, minnet ettin, kıymet bildin ama yinede gitti… İşte böyle bir şey hayat kimseyi tutamazsın avucunda. Avucumda dediysem tam avuç içini kastettim. Orası yönetmeden yönetir…

Amak-ı Hayal

13.03.2012

Bir Bilmecedir Yakınlık


Annemle babam küçükken de çok kavga ederlerdi. Hep aynı şeyler için değil, her şey için kavga ederlerdi. Bazen uzun sürerdi bu suskunluk günler, haftalar, aylar. Bazen de kısa…

Uzun suskunlukların ardından büyük özürler beklerdim ben hep onları izlerken. Bazen sofrada ortamı yumuşatan bir söz, bazen sıradan bir hareket yeterdi suskunlukları bozmaya. İşte o zaman çok kızardım onlara. O haftalar süren sessizlik üzerdi çünkü beni. İçimdeki yaşama sevincini azaltarak haksızlık ederdi. Baskı hissederdim üstümde ya da ne bileyim belki de sorumluluk… Sonra ufacık bir cümlede saklı barış mesajına olumlu verilen cevaplar benim günlerce süren üzüntüme değmediğini gösterirdi. Çok sinir bozucuydu. Madem kolaydı barışmalar neden haftalarca sürerdi ayrılıklar? Sevinemedim, anlamsız hengâmelerden çıkan düşüncelerimin sorularını cevaplayamazken. Sebepler varken, anlamsız barışmalar ilan edilirken ve en kötüsü de tekrarlanacağını bile bile…

Bazı sevinçlerde yarım yutkunur insan. Bilir ki bu kısa sürecek, bilir ki yarım sevinçtir o devamı gelmeyecek.

Ama unutmuyorum hiç. Bir akşam misafirliğe gitmiştik. Saat geç olmasına rağmen mesafenin çok da uzun olmaması sebebiyle yürümüştük. Güzel bir yaz akşamıydı. Şehrin merkezi pırıltılı… Büyük parktan müzik sesleri yükseliyor. Parkın içindeki akülü arabalar hala faaliyette. Maraş dondurmacısında sıra bile var caddeye doğru. Baharın coşkusu, havanın güzelliği herkesin yüzüne yansımış. Kestirme olsun diye parkın içinden bir yol seçiyoruz. Ben etrafı gözlemliyorum bir yandan. Keskin yeşillik kokusu geliyor burnuma ve uzaktan uzağa bir hanımeli… Derken bir baktım annemle babam kol kola. Mutlu bir aile oluverdik oracıkta. Herkesin morali iyi… Annemle babamı kol kola gördüm ya o parktan geçen en iyi aile ilan ettim bizi. Sevincim içime sığmadı. Arkalarından dikkatlice izlemeye devam ettim onları. Uzunca bir müddet öyle yürümeye devam ettiler. Derin bir nefes aldım ve o yol hiç bitmesin istedim.

Sorsan bir daha ne zaman öyle gördün oları, hiç derim. İşte o yüzden kimileri için sıradan bir yakın temasın bende dünyalar kadar yeri var. İşte o yüzden annenle babanı el ele görebiliyorsan kıymetini bilmelisin dostum.

Unutma ki bu kareyi ömrünce bir kere gören var göremeyen var.

Amak-ı Hayal

22.01.2012

Duydum Onu

Duydum onu,
Bu eve ait hissetmiyorum kendimi dedi. Umurumda değil hiç biri dedi. Bütün mutsuzluğuna şahit oldu duvarlar. Bütün bencilliğine de...

Bu evden gidersem tek giderim dedi. Saydım bütün "ben" ile başlayan cümlelerini... Ne kadar ben varsa o kadar sıyrılmıştı ve uzaklaşmıştı bizden. Gücendim...

İstedikleri olmayınca kötü ilan ederdi bizi. Onun kadar mutsuzduk ama o kadar çok ben diyordu ki bizim de mutsuzluğumuz olduklarını göremiyordu. Sofrada ola ki bir kaşık eksik olsa kendini dışlanmış hissediyordu. Bir tabak ola ki eksik konulsa kasten yapıldığını düşünüyordu. O bu evin fazlalığıydı güya çünkü o buna çok inanıyordu. Bu evin eşyaları onun değilmiş. Yastığı, yorganı, giysisi, çantası onun değilmiş. Bir su yatağından farklı kollara ayrılan cılız yollar gibiymişiz meğer. O cılız yollar büyümüş farklı kanallar oluşturmuş, sesi de gücü de gürleşmişti. Onun olmayanlar çoğaldıkça yansıttığı benimseyememe hissi evdeki herkese bulaşmıştı.  Cümleler uzuyor anlamsız hengameler içinde huzursuzluğa doğru yol alıyordu. Her ne biriktirmişse bizim suçumuz yoktu. Mutsuz çocuk olmakla mutsuz anne baba olmak arasında bir fark yoktu ki... Aynı mutsuzluğun havasını soluyanlar arasındaki götürüm gücü aynı. Sadece yaşlar farklı...

Biz büyüdükçe küçülmüş evimiz onu fark ettim. Küçülen sadece ev de değil; sevgi küçülmüş, paylaşım küçülmüş, sorumluluk küçülmüş. Bazı değerlerinde küçülmeyle paralel olarak büyüdüğünü fark ettim. Bencillik büyümüş, evdeki dağınıklık büyümüş, mutsuzluk büyümüş... Bize değer katacak hiçbir şey terazinin dengesini sağlayacak kadar ölçülü kalamamış. Konuşamamaya başlamışız. Tek taraflı konuşmalar çoğaldıkça evimizin çatısına anlam katan duygular su-i zan'a bulanmış.

Biliyordum ben bunları zaten. Bilmek üzse de, acıtsa da, kimselere bu düğümü anlatmasam da biliyordum. Bildiklerimi duymuş olmak aynı şey değilmiş meğer. Duymak hiç iyi bir şey değilmiş.

Bile bile Gücendim...

Amak-ı Hayal

20.01.2012

Mektuplarım (4)

Bu aralar yoğunum ve bu sözü sevmem aslında. İnsanın bir mail atamayacak kadar yoğun olması sadece yüzeysellik göstergesi olur.
Tek sebep bu değil tabii. Yazacak bir şey bulamıyorum. Her yerde olduğu gibi. Sana özgü değil bu durulmalar.
Bazen yazıyım demek yazdırtıyor bazen de tek cümle kuramıyorsun
Konuşunca susamıyorsun sustu mu istesen de konuşamıyorsun öyle bir şeyler işte.
Ama alıştın senin bu bir varmış bir yokmuşlara...
Zaten rutinliği de beklenemez...
Bu adrese uğradıkça ve aklıma yazacak bir şeyler geldikçe yazıcam söz.
Ve aleyküm selam.
...

Yazan: Amak- hayal
__________________________________________________________


Bir cuma gününden, bir mesai sırasında, hayırlı bir günden kocaman bir
Merhaba diyorum.

Alıştın sen bu bir varmış bir yokmuşlara yazmışsın ya :) ona güldüm. Yani o sözün bana tebessüm ettirdi. Reel anlamda bana söylüyormuşsun gibi hissettim. Alışmadım. Ama kelebek misali sıkmak ve öldürmek istemem. İçinden gelirse yazarsın zaten. Doğallığı ben müdahale etmediğim zaman hoş.... Neden yazmıyorsun diye sitem etme hakkım yok, çünkü için, ruhun, kalbin yazmayı emrederse yazarsın ancak. Kaldı ki benim o hayat çemberimdeki insansan ve ben o çembere herkesi sokmuyorsam o insan da müdahale ile hareket etmeyecek kadar kendine emin ve kendine saygılı olmalı senin gibi. O yüzden ağzımı açıp sitem etmeme gerek yok. Sen yazdığın ve yazmadığın zamanlarla değil, sen olduğun için özelsin. Sen hep sende kalmalı ve sana ait olmalı...

Adrese uğradıkça demişsin... Sözünün gölgesindeki o adreste olacağım hep... Bir su damlası gibi çeşmenin ağzındaki o damlayım... Gidiyorum şimdi...Ama ikinci damlamda buradayım :) Damlayı beklersin veya beklemezsin, ben senin evinin çeşmesiyim sesimi duymak zorundasın :)
Kendine iyi bak. Görüşmek üzere...

Yazan: H.A


19.01.2012

Ne Zaman Zil Çalsa Adrenalin Patlaması Yaşardık

Çocukluğum çok süper geçti biliyorsunuz. O günlerde sorsalar çocukluğumu yaşayamıyorum derdim ama bugün bakınca suyunu çıkarmışım. Evde icat etmediğimiz oyun, girmediğimiz dip köşe, el koymadığımız ev malzemesi kalmamıştır. Benden beş yaş küçük erkek kardeşimle icat ettiğim oyun kadar ödevlerime odaklanabilseydim belki hiç yanlış ve yarım ödevlerle öğretmenimin karşısına rutin bir şekilde çıkmayacaktım. Ve tabii bugün temelim yok dediğim matematiğin o günlerdeki verilen, istenen, çözüm kısmında, uzun yılları etkisi altına alan o müthiş çakılmayı yaşamayacaktım.

Hayat güzeldi, pembeydi, hat safhada macera doluydu; bir renk, bir heyecan vardı. Hele yiyecek güzel bir şeyler de varsa içimiz içimize sığmazdı. Gidip mutfaktan aşır aşır evin en olmaz yerlerinde ye. Annenin gün için yaptığı hazırlığa leş kargası gibi üşüş ve olması gerekenden fazla yeyip anneni mahcup et. Buzluktaki stokları fare gibi kemir ve annecik elini atsın bir tabaklık bile bir şey bulamasın. Benim için eğlenceliydi acayip tatlı ve zevkliydi tabi onun için öyle olduğunu pek sanmıyorum.

En favori arkadaşım genelde evde de oynayabildiğimden kardeşlerim olurdu. Erkek kardeşimle  bitmeyen enerjimizi hangi zarar için harcayalım şaşırırdık. Annem akşamları yan komşumuz olan (ki bunu ve oyun tutkumu biliyorsunuz diğer postlardan  bkz. bkz. ) anneanneme giderdi bizse gelme saatini iyi bildiğimizden darma dağın ederdik evi. Ama ne dağıtmak koltukların süngerlerini çıkarır üst üste koyar kovboyculuk oynardık bazen de üstüne atlardık. Uzun orta sehpayı koltuğa dayar üstünde kayardık. Tüm takvim yapraklarını tek tek yırtıp birbirimizin üstüne serpiştirirdik. Mutfaktan bulaşık deterjanını alıp baloncuk yapardık. Sulu boyayla yüzümüzü maymuna çevirirdik. Yere bir döşek koyup yüksekçe yerlerden üstüne atlardık. Kısacası öyle şeyler yapardık ki ev tanınmaz hale gelirdi her yer de oyuncak, minder, mutfak eşyaları hemde salonun baş köşesinde, kırlentler havada uçuşuyor.

(Benim ne suçum var! Benim dayım ile teyzemde manyak insanlardı. Bizi alır komando gibi eğitirlerdi bi yüzümüze gözümüze boya sürmedikleri kalırdı. Giysi dolabının o askılık demirini (sopasını) alır iki yanından tutarlar bizimde o sopada elimizle ilerlememizi isterlerdi. Dayımla güreşirdik. Teyzemle giysi dolabının üstündeki hurçların tepesinde otobüsçülük oynardık. Kel kafalı o bodur, şişko bebeğe yaptığımız kıyafetlerle bir sezonluk kreasyon çıkarırdık. O günlerde dalağımızla ilgili bir problem yaşamadığımız için şükrediyorum çünkü gecelere kadar mutfakta ip atlama yarışı yapardık. Bizim oyunlardaki çılgınlığımız sanırım genetik.)

Annem tahminimizden önce eve gelirse yandık. Zil çalar ve biz başlardık saniyelerle yarışmaya. Her şeyi ama her şeyi yerine koyardık. Terli tenimizden alevler yükselirdi ve korku. Annem bakardı ki açan yok anahtarıyla girerdi içeri merdivenlerde biraz oyalardı onu tam gelirdi odanın kapısını açardı ki ne görsün iki uslu şirin kardeş oturmuş kitapların fotoğraflarına bakıyor.

- Bende sizi uyudu sandım!
- Yok duymamışız fasulye ve çubukla oynamaktan sıkıldık bizde kitapları karıştırıyorduk...

 ;)
                                                                                 (***)

Amak-ı Hayal

4.01.2012

Geçmişin Tadı Hala Hayatımın Damağında

Küçüklükte kaldı sanmıştım.
O hıçkıra hıçkıra ağlamalar…
Şimdi nerde içli içli ağlayan bir çocuk görsem,
Nefesim dalar…

Küçüklükte kaldı sanmıştım.
Kadife kaplamalı kalın taçlar.
Şimdi nerde tacı kırılmış bir çocuk görsem,
İçimdeki çocuğun içi sızlar...

Küçüklükte kaldı sanıştım.
Balkona kurulmuş eğrelti salıncaklar.
Şimdi nerde bir salıncak görsem,
Oraya artık sığamam diye içimi bir korku kaplar.

23 Nisan tören yürüyüşlerini unutmadım ben,
O kıyafetlerin sevincini unutmadım.
Hocamın kulağımı büküşünü unutmadım.
Spor ayakkabımın arkasına atılan dikiş izlerini unutmadım…
Nerde çocukluğuma ait bir iz görsem,
“Unut(a)madıklarımı” hatırlarım…

Yazan: Amak-ı Hayal