At dediler… Yer kaplıyormuş... Eskide kalmışmış böyle
şeyler. Sandıkta çeyiz, çeyizde emek, emek içinde uykusuz geceler, uykusuz
gecelerin içinde bin bir merak, bin bir hayal var idi… Onlarda her şey gibi
usulca terk ederken, buldum içimdeki çocukluk hislerimi. Neler hatırlattı neler,
bir sandığın içindekiler... Naftaline boğulmuş, aslında pek de kimselerin sevmediği
o koku tuttu yine hatıralarımın elinden. Gel dedi; sen pek severdin o kokuyu. Annenin
sandığı naftalin kokar idi. Açıldığı zaman ne merak ederdin içinde ne var diye…
Köşede bir tutam sapsarı körpecik saç sarılı dururdu, bezlerin, poşetlerin
içinde. İlk kesilen saçını anacın kıyamamış atmaya. Ne kadar sarı olduğuna her
seferinde hayretle baktığım sarı saçlar… Küçük suratlı, koca gözlü çocukluğumun
merak dolu sandığı, hayaller ve hatıralar biriktirilen kocaman bir define…
Her açıldığında başına üşüştüğüm ve merakla aynı şeyleri ilk
defa görürmüşçesine, evirip çevirip aynı sorularla sorduğum, o çeyiz sandığı… Havalandırıp
havalandırıp kat izlerinden geri katlayıp yerine yerleştirilen dantelli
takımlar. Dedemden kalma bir gözlük ve siyah beyaz çekilmiş birkaç karenin
ölümsüz hali… Dayıma ne çok benziyormuşum o sandıktan öğrendim. Kat izlerini
sevdiğim, ara sıra sandık lekesi oldu diye hayıflandığım(ız) kimine göre ıvır
zıvır bana göre bütün hatıraların toplamı olan o sandık, değerliydi işte… Şimdi
biri dese ki at o sandığı… Denmez ki…
Boyumuz sandıkları geçince, bir sandıkta senin hayatına
ilişince, içindekiler senin sandığının içine pay edilince, işte çocukluğunda
geliyor seninle… İnsan kendi sandığını
da aynı merakla karıştırır mı hem de içindekileri bile bile… Ahşap sandıkların
yarı dantelli havluları arasında geçen çocukluk, onlarca el örgüsü patik ile
ömrünün yetmeyeceği kadar çok işlemeli tülbent…
Pay ettikçe gelecek nesillere, azalmak yerine çoğalan hatıralar… Güzeldi
işte…
Ama en çok annemin
çeyiz sandığı güzel…
~S'özde Yazar~