25.07.2012

Canlı Kareler


Kaç yaşında başladım ben oruç tutmaya acaba? Düşünüyorum ama tam olarak kaç yaşımda başladığımı hatırlayamıyorum. Aklıma yine çocukluktan kalma hatıralarım geliyor. Tekne oruçlarım… Öğlene kadar bile tutamadığım oruçlar hatta… Mutfağı aşındırıp durduğum ve en sonunda dayanamayıp yediğim bir ton tekne orucum var. Küçük küçük yediğim hiçbir yiyeceğin orucumu bozmayacağına inandığım ve aslında daha başlamadan bozmuş olduğum oruçlarım var. Bir çinko kazan geliyor aklıma. Küçük bir kazan… İçinden kavurma oyup yediğim. Mutfak kapısının arkasındaki gizli hazinemdi o benim. Dolapta köstebek gibi oyduğum antep fıstıklı helvam. Sırf fıstıklarını yemek için oyup oyup ortalığı berbat ettiğim birçok helvalı hatıram var. Şimdilerde bir çocuğu dolaba girmiş helvadan fıstık ayıklarken görsem kulaklarından tavana asarım herhalde. Ama birileri bize tahammül etmiş. Sabır demek ki böyle bir şeymiş…

Ne kazanmadığım oyunlar ne de mutsuzluklar. Sanki hep kazanmışım ben bu hayatta. Sanki her şey benim olmuş gibi anıyorum bazen eskileri… Bir şeylerin tadı, kokusu kalmış hafızamda. Söğüt kokusundan tut da haşlanmış mısır kokusuna kadar harika hepsi. Tırnaklarımıza oje niyetine geçirdiğimiz çiçek yapraklarının kokusuna kadar her şey o kadar canlı ki… Sanki hala teyzem çocukluk arkadaşım. Sanki şimdi çıksak hurçların tepesine otobüsçülük oynayabilecekmişiz gibi. Ah ne zaman eskiyor eskiler… İnsanın çocukluğu nasıl böyle diri kalıyor. Neden unutmuyor paylaştıklarını, tadını bellediği helvayı, kavurmayı, yağda ölmüş soğanlı ekmeğini, deli gibi yediği salçalı makarnasını… Bayramlığının kokusunu, komşuda yediği tatlıyı, en sevdiği oyuncağını, en kadim oyun arkadaşını…

Amak-ı Hayal

10.07.2012

Samimiyet


Eskiden kooperatiflerle ev sahibi olmak daha revaçtaydı. Ama geç biterdi böyle başlanan inşaatlar. Hatta eskiden inşaatlar hep yıllar sürerdi. Bizimde kooperatiften alınmış taksiti gırtlağa gelen bir ev sahibi olma telaşemiz vardı. Oldu da! O olana kadar annemle milyon hayalle içini günde beş yüz kez dayayıp döşerdik… Güzel günlerdi. Ama sorsan aklımda sadece bir anı kaldı, o günlere dair. Kooperatifin bekçisinin evi!

Babam bir gün tuttu elimden beni varoşların sokağına soktu. Varoşta denmez bir çingene mahallesi diyelim. Birinin, boyası kabarmış, rengi solmuş tahta kapısını çaldık. İçerden kooperatifin bekçisi çıktı. Bizi kırk yıllık dostu gibi içeri aldı. Bir adım attık hop diye salona girmiş bulunduk. Meğerse hepi topu iki odası varmış zaten. Sessiz, sakin ve hafifte çingene hantallığındaki hanımı bize ikram için içeri girip yanmış bir kete ve bir bardak çay getirmişti.
Suratına bakılmayacak nitelikte yarısı yanmış bir kete ve yanında plastik bir bardakta çay…

Ama işte dememek lazımmış öyle. Bazı ikramlar varmış ki ömrü billâh damağında kalırmış insanın. Anlayacağın benim o gün içtiğim çayla yediğim ketenin tadıda damağımda kaldı. İkram gönülden olunca sunulan yanıkta olsa baldan tatlı gelebiliyormuş insana.

Biri size alüminyum tabakta yiyecek, eğreti bir bardakta içecek getirirse düşünmeyin temiz mi pis mi. Belkide aldığınız alacağınız en tatlı ikram o olur...

*Kete: Erzincan usulu bir tür hamur işi.

Amak-ı Hayal