21.03.2015

YASAKTI VARLIĞIN

Söylemedim. Ama söylemedim diye bu kadar anlamamak... Ne bileyim söylemesem de, konuşmasam da çok anlaşılır bir dil kullanmıştım ben. Özledim demiştim mesela gözlerimle. Sanki görmedin ne kadar ayaza terk edilmişti o deli gibi sen diyen kalbim, herşeyim. 

Sanki artık her şey yasak bana. Dokunmak yasak, sarılmak yasak, sevmek yasak. Sanki artık  depresyon artığı bir hayattı düşen payıma. Korkmadan sevdiğimi bile söyleyemedim. Çünkü seni sevmek artık bana yasaktı. Komşunun ağacına dalıp daha meyvesinin tadına bakamadan yakalanan mahcup çocuk halleri düşerse ya payıma (korktum)... 

Ben kimseyi kandırmamıştım oysa ki... 

Uzak durmaktan başka bir şey düşmedi benim payıma. Sevmek düşmedi. Anlaşılmak düşmedi. Sarmak sarmalanmak düşmedi payıma. Her yerinden vurulmuş, hırpalanmış bir ihtilal çocuğu gibiyim ben. Sanki yıkılmış bu şehir. Benliğim dahil her şey yakıp yok edilmiş. Bu dünyanın toprağı beni içine çekiyor. Susturup sevebileceğim cümlelerde bırakmadın ki bana. Katlayıp koynuma koyabileceğim bir kaç cümlelik mektup ya da. Halbuki nasıl bakardım ben ona. İçimi ısıtacak birkaç cümle yokluğunda ne iyi gelirdi.

Ben sana göre değilim... Benim gelişim senin ziyanın olur. Gelemem... Sevemem ve bunu yürek dolusu haykıramam yüreğine. Güzel nağmeler üfleyemem kalbine. Aşkın meltemi değil kasırgası, karartısı kalır diye diyemedim hiçbir şey...


~S'özde Yazar~

20.03.2015

SEVGİNİN YALIN HALİ

Sene bilmem kaç... Annem babamı çok seviyor. İçi titriyor gülüşüne, her bir nefesine. Uzun uzun bakıyor gözlerinin içine. Annemin gözlerinden babam görünüyor. Sözcüklerinden hep babam okunuyor. Kimse bilmiyor ama ben biliyorum annem babamı çok seviyor. Babam çok çalışıyor. Ne akşamı akşam ne de sabahı sabah... Çocukluğundan beri gelen bir kavgadır ekmek davası. Boyacı sandığından, marangoz çıraklığına varan hayatının tek ezberidir kazanmak. Kazanmak benim babamın en iyi bildiği iştir.

Ama sevmek... Sevmek körpecik bir duygu. hiç beslenememiş, görmemiş geçirmemiş. Sene bilmem kaç... Babam öyle alışmış ki sıfırdan inşa etmeye hayatını. Kolay olmamış da üstelik. Hayatın hep yokuşu, kışın soğuğu, yazın sıcağı düşmüş payına. Nasıl sevilir öğrenmeye fırsatı olmamış. Bunalmış... Ellerinde şahit olduğum sert nasırlar ve keskin bir vernik kokusu hatırlarım. Annem sadece anne babam sadece baba olmaya adamış kendini. Sevmenin tamda manasına varamamışken canı sıkkın bir gününe rast gelmiş annem babamın. Babam annemin yüreğine hoyratça dalmış. Hiçbir sevgi dolu birikim sağ çıkmamış kalbinden. Sözün sivrisi bileğin kuvvetinden daha keskin derler. Annemin içinde kocaman bir deniz. Babam oksijeni tükenmiş bir balık...

Sene bilmem kaç... Babam çaresiz, gece gece rengi zifiriye yüz tutmuş sokaklarda hızlı hızlı yürürken bulur kendini. Saatler sürer eve gelmesi. Evde rengi bozuk televizyon ve ince ince bir türk musikisi... Dalmamak ne mümkün alıp alıp götürür bizi başka hüzünlere. Kapı çalar. Elinde bir simitçi tablası ve üstünde hiç görmediğim kadar çok simit. İkimizde şaşkın. Babam özünü ve sözünü yine ekmekle anlatmıştı. Yine anladığı dilden konuşmuştu annemle. Babam anlamazdı çiçeklerin dilinden. Aklına başka bir şeyde gelmezdi işte. Ben sevinçten göklerde, annemin yüzünde hafif bir mutlu ifade.

Sonrasında bir çinko kazana istif oldu o simitler. Günlerce yendi. Kurudu, yine yendi. Bayatladı, yine yendi... Bitene kadar bıkmadan usanmadan yendi o simitler. Zevkle, hevesle, o susam kokusu içe çekile çekile...Samimiyetin en güzelini özrün en safını babamdan öğrendim ben. Kabul edişin en kıymetlisini en asaletlisini ise annemden...

Şimdi ne oldu? Nasıllar? Diye ola da sorma.. Ahh! "Eski sevgiler"de deme! Geçirme içinden, içlenme hiç...Herkesin saflığı kendi sevgisinde başka zuhur eder. Her sevgi başka dilde açar başkasının dalında. Kimisi hatıralarda kalır kimisi yaşadıkça yıllanır yıllandıkça tatlanır.

Ve arkadan gelen ince bir müzik bütün cümleleri tamamlarcasına anlatır... Aşk benim neyime

~Sözde Yazar~

1.03.2015

Oysa Özlemin Kokusu Vardı...

Sadece üzerini koklayacağın sevgilerin özleminden geçer bazen ömür. Eğer geri dönüşü olsaydı kokusunun tastamam geleceği, yeteceği vakitlere şahitlik ederdi kader. Sevmenin özü böyle bir şeydi. Böyle yaşanmalıydı, tabii hakkını vermek dedikleri bir şey vardıysa eğer. Avuçlarının terine rağmen ellerini ayırmamanın sevgiyle düpedüz ilişiği vardı.

Eğer bir geri dönüş olsaydı kokusu yeterdi sevgilinin. Çünkü koku, varlığında fark edilmeyen ama sonrasında en çok aranan şeydi. Tuhaf bir şeydi işte o. Henüz tanımı yapılamamış anlamsız bir bağımlılıktı. İnceden sızı yayan ve en uzun soluklu kalandı. Aslında kullanışsızdı… Başkasında bulunamazdı ve satın alınamazdı.

Ah! Kimsenin kokusu kimseye benzemiyor sevgili… Elinin teri kaynamıyor tenine sinsice… Bir kokuyu özlemek bir yüzü özlemekten daha fazlası ediyor… İçini dışına düğümlüyor… Seni hem terk ediyor hem de ilelebet burnuna, tenine, yüreğine öylece lehimliyor.

 Gerçek sevgi buram buram aşk kokuyor. Kötüsü olmuyor sevgilinin. Sonra bir gün ansızın bir özlemin farklı bir kokusu yayılıyor, burnun sızlıyor, canın tatlı /acı bir burukluk yaşıyor. Sonunda tebessüm mü ediyorsun yüreğin mi burkuluyor bilemem; bildiğim tek şey o kokular çok kıymetli ve geri dönüşü olmayan hatıraların en ifadesi zor  temsili…



~Sözde Yazar~