30.11.2016

HAYIRLISI

Elbet bir gün buluşacaktık. Şarkılardaki gibi ahtım vardı; bu böyle yarım kalmayacaktı… İkimizin saçlarına aklar düşmeden vardık bir Rebiyülevvel ayına… Bizi bir araya getiren o “hayırlısı” denmemiş kavuşma dualarının cezasını çekiyoruz şimdi. Senin gözlerinden benim gözlerime akan o sıcaklık, sözündeki o ince ince içime yayılan güven hissi almış başını gitmiş. Sormadan daha nereye diye, çekip nasıl da gitmiş. Bir sorsaydım sen bu hayırlısı diye başlanmamış cümlelere dahil misin diye. Ayrılığa dahil miydin? Cevap versen bi kere…

Bir musibete bile bile yakalanıp, sobeleyene kızmak geliyor içimizden. Daha oynanmamış onca el varken baştan hatalı hamlelerle yol alıyoruz. Bir cümlenin kurbanı oluyoruz topluca. Etraftaki masaları da sarıyor lanetimiz. Kimse sevgilisinin yüzüne bakmıyor, arka masada bir çift hararetli hararetli kavga ediyor. Hepsinin sebebi;  bir kavuşma sahnesini yıllarca bekleyen imkânsız bir aşkın, hayırlısı denmemiş cümlesine bağlanıyor.

Ne alırsınız diye soruyor garson. Varsa bir ayrılık iki de zehir zıkkım alalım. İkimiz için... Hesabı “hayırlısına” yazarsınız. O, her bedel ödeten duanın ardından nasıl olsa bir şekilde çıkıveriyor. Aşkı dualarla birleştirelim derken yüzümüze gözümüze bulaştırıyoruz. Kimsede hayırlısından haberdar etmiyor bizi. Cümleler devriliyor ardın sıra. Bunları da hayırlısına yazarsınız. Tüm zarar ziyanlar da bugün ondan…

Masalar hızlıca boşalıyor. Yağmur bütün kusurlu duaları temizleme peşinde. Bize yetişemedi oysa. Yıllarca aynı duayı aynı kabahatle etmemize rağmen bize yetişemedi. Kalkmaya gerek duymuyoruz. Bu masadan kalkarsak “hayırlısı” kazanacak… Bize eksikliğimiz kalacak. Yabancı gibi tuttuğumuz elleri, yağmur ustaca birbirinden sıyırıp ayıracak. Hayaller ile dualar arasındaki köprü, hayırlısını dilemeyen iki kişilik bu sahnede boğazlara bir yumru gibi oturacak.

Sokaklar kaçışan insanlarla dolu. Sular seller gibi seviyorduk oysa. Ne oldu da gözlerin gözlerime yabancı düştü. Cevapların arasına bilmem kaç tane Rebiyülevvel giriyor… Sen hangi rakamdan sonra bıraktın beni sevmeyi? Diyorum. Yağmurun sesi çoğalıyor, duyulması gereken sorular duyulmaz oluyor… Öbek öbek sularda halka halka yağmurlar ilişiyor gözüme. Sandalyeye ilişmiş iki eğreti insanın ne sebeple masayı terk etmediğini konuşuyor kaçışanlar. Rahmet kapıları açılmışken bu kadar bir çift telafi duası etmeliyim ikimiz için. Ve bu sefer gidişinin ardından tekrar görüşür müyüz sorusuna “hayırlısı” demeliyim…


***

~S'özde Yazar~

22.11.2016

BİN YILLIK YALNIZLIK

Yüzyıllık bir yalnızlık düşün... 

Tam da demlenirken bir yalnızlık saatinde, çıkagelmişsin... Hep beklemişim seni hep bugünün hayali dönmüş kafamın içinde, özlem denen şeyin etrafında bir yerlerdesin...


Yürekten bir selamlaşma hali; kolları boşluğa akan bin yılın acısı var göğsümde, öyle sarılmalı ki, şimdi bu kapıdan geri dönmek istesen bin yıl daha yetmeli bu azık...

Sarılmak, bütün hasretlere uygulanmış bir tampon gibi... Şimdi seni  nasıl bırakırım... O kadar beklemişken, hasretinden, çocukluğundan, kanayan dizlerinden, çocukluğunun kokusundan, bütün kırılganlıklarından  öpmeden nasıl bırakırım... Ellerinde daha dün oynadığın çamurun izleri var... Tırnak diplerin hala kirli... Ellerin hala şefkate muhtaç haller içerisinde... Sırtımı kavrayan ellerin yorgun, parmakların  bir hasretin nöbetçisi gibi gezinir durur aynı yerlerde...

Gel demeye lüzum olmaz bazen. İçeri buyur etmene gerek var mıdır sevgiyi... Adımlar odadan odaya taşır bizi. Hasretin bin yıllık yolu var aramızda, sözler kifayetsiz. Kalp kaynayan bir kazan, içinde hasret son kıvamını alıyor. Sızıyor demlenenler, kalp bütün vücutla hesapsız bir denklik içinde. Akıl suallere boş boş bakıyor, sözler ne yapacağını bilmez bir halde...

Tek bir yastığa öylece uzansak... Hasretin bin yıllık kokusunu çeksek içimize oksijen niyetine. Başka bir alemin sonsuzluğuna akıp gitsek, ne bilen ne gören olmasa...

Ellerin...

Ellerin  başka bir tenin kıyameti olabilir mi? Sen sarıldıkça kaybolduğum bir hayat var burada. Zaman içine çekiyor bizi. Duramadığı bir saniye yüzünden halinden şikayetçi... Zaman bizi daha çok sevmek istiyor ama elinden bir şey gelmiyor... Biteceğini bildiğin sarılmaların özlemi sel oluyor gözlerinde... Çöle düşen yağmur gibi muhtaç tenimden içeri sızıyorsun. Sularında, senin gözlerinde ve senin gözyaşlarında kaybolamadığım bir dünya var burada -gidemiyorum - gidemiyorsun...

Nefesin değiyor enseme daha çok sarılıyorsun. Gölgeler var duvarda iç içe. Ayrılırlar korkusuyla kıpırdayamıyorsun. Bari onlar kalsınlar bu soğuk duvarın rutubeti arasında. Balık pulu olmuş duvarlara işleyemeden sıcaklığımız kayboluyor gece. Gündüz bin yıllık yalnızlığa tekrar selam duruyor. Al diyor, gündüz senin mutluğunun diyeti olsun. Özlemlere savuştura savuştura kullan bu aydınlığı...


Yalnızlığından öptüğüm sevgilinin elleri ellerimden ayrılmıyor. Ter içinde  kalmış avuç içlerimiz... Siz ayrılın, bizi rahat bırakın! Biz bin yıllık hasretin en çok canı acıyanlarıyız... Bizi terk edin ama beraber bırakın...

~S'özde Yazar~

21.11.2016

EBEDİ...

Savrulmak ebedi… Bu sözün içi dolu, kırıntılarınki ise boş… 

Vakitlerden bir akşam olsa gelsen vuslatın tepesine baksan manzara çöl, kurak, ölesiye susamış… Baktıkça için kurur, kurudukça canın çekmez gecenin bir vakti gözüne kumlar doluşmuş, ‘kendine benzeyen’ mehtabın... Tepeler gel der, rüzgârlı bir uğultu... Konuşanın dili cezbeder duyanın kulaklarını… Canın tepe çekerde kurak manzara çekmez işte. Bilmek, bazen de kendine benzetmek herhangi birini bir şeyi…

Bir örümceğin dokusu ne zaman ağ halini alır? Tek bir sefer geçtiğin yol senin midir? Ezber etmediklerin, yolunu aşındırmadıkların sana ait olur mu? Sen ona ait bir parça olur musun ya da… Dünya hali böyledir desem yarım kalır sözler. Her şey büsbütün tamda aynı yerde döner durur. Bu diyardan başka diyarlara akar gider ve öte yerlerden buralara taşınır durur.

Örümcek döner durur ağının etrafında bir perva… Kurak tepelerin ötelerinden sular görünür, tozlu yollar ark olur ayak izlerinin eşliğinde gide gele. Gitmesi hoş gelmesi hoş karşılayanı hoş yollar vardır… Bir gönle girmek tek bir duygunun savuşturulmuş halinden fazlasını ister mesela. Yolları vardır engebeli ve uzun.  Aynı yollarda bi perva döner durursun.  Sevgi dediğin şeyin kaynama noktası, eşiğin aşınma oranıyla sonsuza dek denklik gösterir. Dünyanın yakası ahiretin yoluyla müebbet bir birlik içerisinde. Biri diğerine sonsuza dek ve mütemadiyen iliklenir durur.

Yoldan gelenin yola gidişi bu sebepledir belki de…  Neye talipsen onun etrafında pervane olduğundan beridir, döndüğün yerden çekmeye başlar, varlığın sebebi.  Hislerin ağırlığı gelir senin boyunu aşar. Her döngünün etrafını kuşatan sağlam duygular vardır. Bulunduğu yeri ve kimseleri kendi çekim noktasında hem toplayan hem de dağıtan…

Neyi istersen onu verecek hayat ve sen isterken yine de istenenden daha cömert olamayacaksın…

~S'özde Yazar~