10.10.2014

Oysa...

Bir fıstıklı helva bir de sen vardın hatıralarımın içinde vazgeçilmezim. Hatırladıkça tebessüm ettiğim, keşke dediğim, özlediğim… Artık ne fıstıklı helvaların fıstığı eskisi gibi ne de sevgililerin... Tadını unutmadığım özlemler türüyor içimde bir yerlerde ve sonra savaş ilan ediyor olağan hayatımın her raddesine... Su olup akmak, rüzgar olup esmek istiyorum yamacına. Sonra soruyorum kendime ya O özlemiyorsa? Sahi tek taraflı özlemlerin tatlılığı paylaşılabilir bir şey mi? Korkuyorum… Helvayı tercih ediyorum… Çünkü seni tercih etmek bu denizin sularını bulandırabilir, kırabilir, incitebilir. Ki sen benim çocukluğumun büyük gölgeli ismi, küçücük dünyamın büyük insanı, oyuncaklarımın ortağı, ipmin ucunu tutan karşı taraf, sökülen dizlerimin cankurtaranı, tatlı çocukluğumun huysuz, asi, sivri tarafı. Özlüyorum seni. Onca hengâmenin içinde seni de özlemeye zamanım var benim. Aynı gök kubbenin altında aynı özlemlerin insanları değil miyiz hepimiz?!...


~Sözde Yazar~

30.09.2014

Alışılmışlıklar Pişmanlıkların Habercisi

Nasıl oluyor da kıymetini bildiğini zannettiği halde hata(lar) yapabiliyor insan. Alışkanlığın umursamazlığına mı düşüyoruz acaba? Hangi bencilliğin saklambacında kayboluyor sonsuza dek o saklananlar? Bir senaryonun sonunda öylece tek başına kalıveriyor insan fark etmeden… Sonra zaman öğretiyor, kıymetsizliğin nasıl bir zehir etkisi yarattığını. Alışılmışlığın nasıl bir tüketme şekli olduğunu görüveriyoruz yavaş yavaş. Derin bir uykudan uyanır gibi uyanıyor farkındalığımız. Ne kadar çok uyumuşum hayıflanması gibi bir hayıflanma yaşıyor zihnimiz. Geri dönüşlerin çaresi var mı? Kıymetsizliğin telafisi var mı?

Bedeli yalnızlık olan entariler biçiyoruz üzerimize. Tamda uyduruyoruz kendimize eksiksiz, artıksız. Cümlelerimiz daha çok –miş li geçmiş zamana bulaşmaya başlıyor. Hatıraları daha fazla zihnimizde çevirip duruyoruz. Zaman affetmiyor… Zaman yanlışları telafi için geç kalınmışlık sinyalleri verirken, yıkıntılar içinden bir sevgi eli zuhur etmedikçe, değişmiyor bu döngü.

Sevgi büsbütün bozuyor bütün dengeleri. Bütün telafilerin umut ışığı da yine sadece sevgi… Kendi üzüntünde yine kendini yorarken, önünü aydınlatacak olan da yine sadece O’nun sevgisi…

~Sözde Yazar~

23.09.2014

Unuttuk Biz

Yazı da kışı da birbirine harmanlanmış yeni mevsimler inşa ediyoruz. Bozuyoruz tüm dengeleri. Ruhumuzu bozduğumuz gibi… Eski yurdum manzaralarını bozduğumuz gibi. İçtiğimiz eski suların tadını bulamayacak kadar çok eskittik her şeyi. Bayram sevinçlerini, heyecanını çocukluğumuzda bıraktığımız gibi. Kalabalık aile neşesini kaçırdığımız gibi. Akide şekerlerin tadını hatıralarda anımsayacak kadar “çok” oldu “eski” oldu her şey. Yakın zamanları uzak ettik birbirimize. Yıllar süren kavuşmaların kıymetini bilen kuşakların hemen alışılıp vazgeçilen nesilleri olduk…

Vazgeçmiyor ruhumuz… Özlüyoruz bir şeyleri. Bekliyoruz, anımsıyoruz, istiyoruz belli belirsiz. Özlüyoruz ama bilmiyoruz neyi neden özlediğimizi. Soyutlandık git gide gerçekliklerden. Bir bedende üç beş karakter gördük göreli olamadık kendimiz gibi. Kalkanımızla zırhımızla dolaşmaya başladık başlayalı çocuklar daha bir masum göründü gözümüze. SEVMEYİ unuttuk biz… Ah biz sevmeyi hepten unuttuk. Ne yazıktır ki kocaman yürekli insanlara özenenimizde öyle az ki. Biz kocaman yürekli kuşakların avuç kadar sevgisi olan nesilleriyiz. Daha kimseyi şartsız koşulsuz sevemedik. Tebessüm sadakasını ancak ve ancak keyfimiz yerindeyken verecek kadar cömertleşebildik. Sahi biz neden unuttuk “kocaman” olmayı? Biz sevmenin asaletini nerede kaçırdık? Öyle ihtiyacımız var ki sevmeye sevilmeye öyle çok ihtiyacımız var ki herkesi kucaklayacak kadar büyük olmaya.

Bugünün bir farkı olsun diye söylemeliyim ki büyük olmak huzurdur. Kocaman bir yüreğimiz olursa kim üzebilir bizi… Kim reddedebilir… Açsak ardına kadar dünyaya tüm benliğimizle kollarımızı ve sevsek inanılmaz bir tutkuyla bütün yaradılmışları…

Ah bir olsak şöyle büsbütün koskocaman…

Ah bir olsak…


~Sözde Yazar~

27.08.2014

Kocaman Bir Hiç

Hiçlik denizinin dalgalarında bütün akıntılarım. Ruhumun al aşağı eden alaboraların da anlamsız bir hüzün içindeyim. İçimde bir yerlerde yine elinden en sevdiği oyuncağı alınmış bir mahzunluğun yansımaları. Ve kavgası hiç bitmeyen dinginliğinde, öylesine yorgun ve yıpranmış benliğim. Ve en önemli soruyu soruyorum kendime: Ben kimim? Ve daha zoruyla geri dönüyor sorular sorularla: Sen kimsin?

Neydi ki seni, beni, onu öylece birbirinden keskin çizgilerle aynı ortamlarda bile ayırmayı başaran? Ben esasında kimdim? Hangi soruların cevabı olarak, kimlerin karşısına nasıl çıktım? Neydi insanları böylesine büyük beni ise küçücük yapan…

Bulamadım… Ve bu yüzdendir ki içimdeki hüznü aşamadım. Tebessümlerimin kıvrımlarında gölgeli bir mahzunluk beliriyor her seferinde. Gözlerimi, makyajım bozulmaya ramak kala siliyorum her seferinde. Ve hep aynı sohbetlerin yüzeyselliğinde kalıyor suskunluğum. İçimden binlerce soru geçiyor…


~Sözde Yazar~

27.07.2014

Affet Çaresizliğimi

Güneşin öldürücü sıcaklığını tadıyorum yine bugün. Alnımın üstünden boncuk boncuk tuzlu su akıyor. Tadına bakabildiğim her sıcağın akabinde seni anıyorum. Bir kaldırım taşına başını koyuşunu hissediyorum. Karnındaki amansız sancıların sancısında kıvranıyorum. Eline renkli bir tebeşir alsan dünyaları kandırırsın be çocuk. Senin gülüşün ümit olur, inanç olur, kıvılcım olur ancak…

Senin tırnak diplerin eğlenceden kararmadıkça ben nasıl mutlu olurum… Canın sıkıldı diye sokaklarda olmadıkça ben nasıl huzurla evimde otururum… Çok ağladın be çocuk. Sesin buralara kadar öyle derinden öyle üzüntülü geldi ki. Senin ağlayan gözlerinde iz yapan tuzlu suda yanıyorum cayır cayır. Tutamıyorum ellerinden… Şehrine düşerken alevli gölgeler uzatamıyorum elimi. Küçücük ellerinden kavrayamıyorum. Ama bil ki ben seni ve senin topraklarındakileri tüm kalbimle seviyorum.

Keşke bu kadar çabuk öğrenmeseydin o rengi. Boya kalemlerinde kalsaydı kırmızı. Ölümlere bu kadar yakın şahit olmasaydın keşke. Önüne düşmeseydi hiçbir oyun arkadaşın. En sevdiğin oyuncağından bu kadar uzak uyumak zorunda kalmasaydın. Ah benim küçük masum çocuğum. Şimdi ne desem sana faydası yok. Ne yazsam boş… Beni Affet…
Allah’ın adaleti seni korusun.
Dualar seni korusun…

Senin rüyalarını tahmin edemiyorum. Senin ölüm acısını o küçük yüreğinde nasıl taşıdığını hissetmeye çalışıyorum, başaramıyorum. Senin kadar acıkmadım ki ben hiç. Üstümde buluttan başka gölge görmedim ki ben hiç. Seni anlamak istiyorum, yaşamadığım şeylerin hissinde boğuluyorum. Sonra dönüp kendime peki o nasıl dayanıyor diyorum. Ben senin acını senin kadar hissetmeyi başaramadım. Ne vakit aklıma gelsen yüreğime derin bir kaybetmişlik sancısı yayılır. Ne vakit haberlerde güzel gözlü bir çocuk görsem benim olsun isterim. Ne hissedersem hissedeyim yaşamadım bilemem ben seni. Daha annemi kaybetmedim ben. Kardeşlerimde ölmedi mesela.  Daha tek bir ceset görmemiş bir insan olarak anlayabilmem mümkünse seni bende sendenim be çocuk. Acımız ortak. Gönlümüzde aynı çaresiz esinti…

Affet beni…


Sözde Yazar

8.05.2014

Bugün Günlerden...

Bir ayrılık senfonisi çalar yüreğimin ücra bir köşesinde.
Başka bir vedanın yüzü zuhur eder.
Her ayrılığın rengi başkaymış.
Her gidenin verdiği hüzün, estirdiği meltem…
Sapsarı kirpiklerinden akıp gitti zaman.
Hışıltılı bir rüzgar savruldu tam da orta yerinden zamanın.

Bugün günlerden küskünlük…
Bugün günlerden hüzün…
Bugün günlerden yalnızlık…

Tam da orta yerinden ayrıldı büyük davam.
Dağılırken en ücralara, inceden maraz aldı gönlümün yalnızlık tarlaları.
Bereketini kara toprakla buluşturdu son yolculuk.
Bugün günlerden bilinmezlik…
Bugün günlerden mutsuzluk…
Bugün günlerden ayrılık…

Olgunlaşmamış ne kadar gözyaşım varsa düştü yanaklarımdan.
Tecrübesizce tecrübe ettiğim vakitsizlik hastalığına son damlamı düşürdüm
Ve yeniden yeşereceğimden öylesine umutsuzca en dibe doğru yürüdüm…
Uzayan her yolun aksinde parlayan gün ışığım,
Yokluğunu varlık edip ağır bir yara gibi taşıyorum.
Işığın bile yorduğu, havanın bile soludukça zora soktuğu bir hayatın anlamsızlığında,
Ben…
Ben sadece seni özlüyorum…


Özlemek ne demekmiş şimdi anlıyorum…


-Sözde Yazar-

7.05.2014

Yazmak Özgürlüktür

Yazmak özgürlüktür. Öyle alelade dizilmemiştir cümleler. Senin kontrolünde senin istediğin gibi sıralanmıştır her bir kelime. Nimettir yazmak. Birilerinin ahkâm kestiği her ne varsa, yayarken ortalığa, dilediği gibi… “O öyle değil! Demenin en içsel yoludur bunu kendince paylaşmak. Aslında kimin ne dediğiyle de pek alakası yoktur kendine dediklerinin.


Sıralı devrik cümlelerin sadece senin için anlam taşıyor olması bile muhtemel. Ne huzur verici bir eylemdir yazmak. En güzel sözlerden, en güzel hikâyelerden, en güzel şarkılardan ilham alıp her cümleyle bunu etrafa yaymak… Bugün yağmurlu havaya sitem eden nem kokulu bir evin sıcak odası, yarın ayrılık acısı, ertesi gün doğum, sonra ince ince hüzün ve ya düğün…


-Sözde Yazar-

1.04.2014

Issızlaşıyorum...

Kaldırım çizgilerine basmadan kat ettiğim yollardaki çocukluğum… Bakkalıyla evi arası dünya mesafe olan, o sevimli oyun saatlerinden çalınmış zamanlarım. Hepinizi özlüyorum. Özlemeyi türlü türlü hislerle yaşıyorum. Kimisi keskin bir koku kimisi de fırtına gibi gelip geçen bir duygu yoğunluğu…

İncelmiş kalbimde dünyayı dolaştırıyorum ben. Büyümüş bedenimle çocukluğumun ruhu el ele dolaşıyor. Bazen kaybediyorum onu. Ne kokusu ne duygusu uğramıyor hiç hatıralarımın eşiğine… Ne vakit o çocuk kaybolsa zihnim bulanıyor. Vicdanımda el değiştirmiş hoyrat bir kullanılmışlık… Issızlaşıyorum… Ne zaman birinin sesi yükselse O’nu arıyorum.

Keşke diyorum kendime daha sıkı tutsaydım elini. Avucumda avucunu terden su kesse dahi bırakmasaydım hiç. Kaynasaydı ellerimiz birbirine müebbet… Sen ki benim geçmişim, en ıssız günlerimin güneşi, en özelim. Sen ki yalnızlığımın en anlayışlı arkadaşı… Sen ki en saf en masum yanım… Ne vakit çocukluğumun kokusu kaybolsa saflıkta gidiyor ruhumdan. Gözlerinde nefret olan insanları görüp tedirgin oluyorum. Bambaşka bie dünyaya atılmış hissediyorum kendimi.

Velhasıl elinden doğru düzgün tutamadığım kıymetlim. Seni hem seviyorum hem de çok özlüyorum. Ben bıraksam da sen bırakma beni. Ben kaybetsem de sen ne olur kaybolma. Gönlümde ki onca iyiliğin güzelliğin tohumusun sen. Sensiz büyüsem dahi sensiz yeşeremem… Yeşeremedim de…


Amak-ı Hayal

13.02.2014

Yaşama Sevinci

Penceremden pas parlak bir havaya bakıyorum şuan. Yaşama sevincini iliklerime kadar hissettiğim tek atmosfer bu. Martılar geçiyor ordu halinde. Öyle bir manzaraya şahit oluyor ki bazen insan (hayata dair) ve şöyle diyorsun kendine; bunu görmeyen yaşadım dememeli. Bazen nefesin kesiliyor gürül gürül akan bir kaynağın tepesinden aşağıya bakarken. Öyle bir oksijen yutuyorsun ki dünyanın en lezzetli oksijeni orada üretiliyor sanırsın. Bazı gökyüzü(leri) vardır insanı yutan. Yutmak dediysem ihtişamını kastettim aslında. Bol yıldızlı bir gökyüzünde yıldızlar yere ne kadarda yakın. Ne kadar da umut verici hayat... Tek bir düzenek içinde milyonlarca umut kırıntısı var darmadağınık. Ve her biri, gayretin, çabanın hala bir şeylerin yaşamaya değer olduğunun habercisi.

Bugün gökyüzü ne kadarda aydınlık… Gözlerinin rengi çıkmış ortaya ve bakışında tatlı bir parlaklık. Ruhumu dinlendiriyor bir bardak demli çay. Ve sol yanıma sızan güneş tenimi yakıyor. Boğazı ebruli güvercinler konuyor mutfak pencereme. Çocukluğumun en güzel hatıraları depreşiyor bugünlerde yine…


Amak-ı Hayal

16.01.2014

Kaybettim

Herkesin bir eşikte geride kaldığı o günde anladım.
Anladım ki sınırlar varmış bedende ve ruhlar âleminde.
Bir kıvılcım bin bir ümit varmış gerçeği kabullenemeyen zihinlerde…
Özelliklede benim solgun yüreğimde.
İşte o gün anladım ki geriye kalan en baki şeymiş sevgi.
Ansızın yalnız kalan bedenimi sıcak tutacak tek şey olmuş sevgisi.
Yolunu daha önce bilmediğim, bilmek istemediğim, geniş hektarlı; altı kemik üstü toprak yollara düştü yolum.
Düştüm...
Öylece giderken zırhlar içinde beyazlara sarılı sevgili, ben derinlere doğru uzun uzun düştüm.
Kimseler görmedi.
Ve belki de o günden sonrada bende ki o bitik beni kimse görmeyecekti.
Bağlanmakmış kaybetmek meğer.
Belki de sadece tenine hasret kalmaktır.
Bildiğim tek şey kokusuna ikame edilmeyen şeyin yokluğu çok can acıtır.
Ne vakit bunu öğrenirse büyüyor insan.
Bir gün gidebilecek tüm sevgilileri daha çok sarıp sarmalıyor.
Bir tür hastalık oluveriyor kaybetme korkusu yavaş yavaş.

Arkası da önü de aynı bu hayatın.
Karanlıklı kısmında uykuya dalıyor gelgitler.
Aynı kâbuslara uyanıyor yalnızlığı(m)n.
Bir mahşer kalabalığı gibiyken etrafın, bir soğuk yatağın sağında kalıveriyorsun hareketsiz.
Bil ki artık sana dokunamayacak olmak çok acıtıyor.
Seni vedaya teslim etmek ağırıma gidiyor.



Amak-ı Hayal

3.01.2014

Ne Zaman...

Bazen tek bir kıvılcıma ne kadar muhtaç gönül... Bazen tek bir kıvılcım nasılda kocaman bir şimşek etkisi yapar. İki kıvılcım arası bir şeydir ömür. Ve iki kıvılcım arası bir şeydir aşk.

Ucuz ve cılız bir ışıktan mahrum gönlüm. O ne zaman anlayacak sevmek denen o menem şeyin dilinden. Ne zaman anlayacak benim basit, çocuksu gönlümün dilinden. Parayla pulla zerre işi olmayan duygusallığımın başını okşamayı ne zaman öğrenecek. Ne zaman varacak şefkatin hidayetine. Gönlünü sebepsiz, kifayesiz ne zaman açacak benden yana. Beni eleştiren mantığına sus deyip ne zaman kıracak katılaşmış, matlaşmış gönlünün iri kıyım zincirlerini. O, ben olmayı ne zaman başaracak.

Şefkati hep başkalarına mı olacak. Merhameti yoksun… Ağır uykular ne zaman hassaslaşacak. Söyle ne olursun o ne zaman ben olacak. Bencilliğinin esaretini gösteremedim hiç ona. Zorla yemek yedirilmeye çalışılan bir çocuk gibi sevmediklerimi yapmak zorunda mı kalacağım hep. Ki aşk ve âşıklar bu kadar özgürken ben neden tek taraflı bir bağlılık ve bağımlılığım. Söyle bana ne olursun. Benim kalbim aşk yolunda pamuğa dönmedi mi. Aşk yolunda incelmez mi gönül.

Kızmıyorum aslında sana. Sadece aşıklar safından yer al istiyorum. Bir kulu sevmeden, aşk yolunda bütünleşmez gönül. İncelmez o kalp. Bulamaz hakikate giden sonsuz sevdasını. İşte o yüzden keşke sende, keşke sende bunu biraz bilebilsen… Görsen bende ki seni, görsen sende ki beni… 

Amak-ı Hayal