Milyonlarca güzel cümleyi sildiğim oldu bu satırlardan.
Hepside kısada olsa anlamlıydı. Sırf sonunu getiremediğim metinlerin başlangıcı
oldu diye sildim onları. Ben bazı cümlelere çok haksızlık ettim. Onları hiç
silmemeliydim…
Bazı sokaklardan sırf benim evime çıkmaz diye geçmedim. O
sokakların güzel ahşap evleri, balkonlarında başka yerde hiç görmediğim kadar
renkli çamaşırlar asılıydı belki. Belki o mahallenin çocukları benim gibiydi…
Denemedim…
Her gün önünden geçtiğim yüzlerce mağaza oldu. Her yerde
bütün kış aradığım yelek belki de orada bir yerlerdeydi. Bakmadım… Basit
vitrinlerine ön yargı yaptığım bir sürü yer oldu. Adını okumaya tenezzül
etmediğim. Satışçılarını samimiyetsiz bulup sevmediğim. Ve aslında normal
şartlarda nasıl insan olduklarını hiç bilmediğim, bilmediğim için kibir ettiğim
şeyler oldu… Büyüklenmemeliydim…
Parkın salıncaklarını işgal eden kadınları ayıpladım.
Çocukların oyun alanına tecavüz gibiydi benim için yaptıkları. Onları bir
bankta izlemek gözümde aşağılamaktan başka bir şey olmadı. Düşünmedim hiç
içindeki çocuğa can verdiği için böyle davranabileceğini. Ya da belki küçükken
büyük yaşayanların büyükken küçüklüğüne dönmesi gibi bir şeydi onların bu
eylemi. Belki benim gibi çocukluktan kalma bir aşktı onun için/ onlar için
sallanmak. Ben yapamayacağım için mi yapanlara kızdım acaba. Ya da tek
takıldığım nokta zincirlerin o ağırlığa dayanamayıp kopması mıydı? Anlamak için
daha çok çaba sarf etmeliyim. Etmedim…
Herkese her şeye koşulsuz şartsız kızabilir insan. Anlamak
esas olan... Çaba sarf etmek... Denemek, denemeye değer bulmak. Hayatın
kısacık, küçücük aslında ne kadar basit ve geçici olduğunu bilmek, sevmek
sevilmek yüreğinin elinden tutup her şeyle tanıştırıp benimsetmek…
Ne biliyor musun sorun olan. Fazla kaybolduk hayatın içinde.
Bakmaktan ve görmekten yeterince nasip alamıyoruz. Görmediğimiz için doğru
yorumlar peşinde değiliz. Ve bazen tüm yorumlar anlamsız bir yorumsuzluk…
Muhabbetle…
Amak-ı Hayal