13.10.2022

MESAFE

 

Dik yokuşlu bir patikadan geçiyorum. Bol ağaçlı bir yerden gökyüzüne bakmak ve derin bir nefes almak için. Aldığım nefes benden şikayetçi olmasın diye, nefesime nefes aldırmaya gidiyorum. Sıcağın üstümdeki yükünü bir ceketi verir gibi teslim ediyorum ağaçların serinliğine. Yanarken üşümeye, yorulurken dinlenmeye başlıyorum. Sessizliğin sesine kulak veriyor ağaçların melodisine kapılıp gidiyorum. Sırtımın toprak, yüzümün yemyeşil bir haritaya baktığı gökyüzündeki nizama saygıyla selam veriyorum. Hayat diyorum, üst üste insan yığını ve dar bir geçitte sıkışıp kalmışçasına iç içe... Oysa ağaçlar öyle mi her dalı olabildiğince özgür, ulaşabildiğince gökyüzü...

 

Ağaçların bu muazzam saygı duruşuna "Taç utangaçlığı" deniyor. Birbirlerinin güneşini kesmekten imtina ediyorlar ve özellikle uzun ağaçlarda görülüyor bu durum. Güçlü olanın diğerini gölgede bırakmadığı, alacağı güneşe, vereceği filize saygı duyduğu ve varsa  zararlı börtü böceği bir diğerini tüketmemek adına geçişi, mesafeyle zorlaştırdığı harika bir düzenden çok şey düşüyor payımıza...  

Kırmadan incitmeden varolmanın dersini ağaçlardan almalıyız demek ki... Dalını kırdıklarımıza dizimizi kırıp talebe olmak lazım  bir yerde. Şu âlemde neye baksan kanaatkâr neye baksan bir saygıya selam duruş. Var ederek bir varoluş...

Gözüne bir kez ilişti mi bu hâl, sonrasında aynı insan olarak kalamıyorsun, daha doğrusu kalmak istemiyorsun. Aldığın huzurun saygıdan geldiğini ve saygının olduğu yere sığınmanın ahengini her yere yaymak istiyorsun. Ağaçlardaki utangaçlık vallahi utandırıyor seni, yola revan olduğunda ilk yaptığın şey trafikte bir başkasına fazla ilişmemek oluyor. Önce takip mesafesini koruyorsun. Çünkü hayatın içindeki takip mesafesi bir bozuldu mu her şeyin nasılda zincirleme kazaya doğru gittiğini pek âlâ biliyor insanoğlu. Ama işte unutkan insan. Adının tezahürü ile müsemma yaşıyor. Bile bile kendi marazlı kısımlarımızı başkalarına aktarıyoruz. Hayat koşturmacasında alanları darlaştırıyor mesafeleri kısaltıyoruz. Saygıda safları sıkı tutmak, başkalarının özel alanlarından uzak durmakla öyle ilintili ki... Bu hem maddi hem de manevi...

Halbuki dallarını güneşe uzatan ağaçların utangaçlığıyla utansak halimizden İçimize bir huzur yayılmaya ve ruhumuzu dantel gibi işlemeye başlayacak. Gördüğümüz o güzelim çocukları dokunmadan da sevmeyi öğreneceğiz mesela. Sevdiklerimize bir söz söylerken gönlünü güneşe açmasına müsaade mi ettik yoksa gölgede mi bıraktık düşünmeden edemeyeceğiz.

Gözümü ağaçlardan alamıyorum. Onların bu hâli saymak mı yoksa sevmek mi daha çok diye soruyorum. Bu mutlaka sevmek olmalı diyorum. Bu hâl saymaktan varolduysa bunu âlemin hâli ile hallenerek  görmek de sevgiden zuhur etmiş olmalı. Yani bu bir sevgi alameti olsun. Çünkü azizim sevgi penceresinden bakan bir gözün gördüğü hikmet, insanın haline, hayatına ve bittabi ruhuna pek âlâ sirayet ediyor. Lezzetli bir varoluş hikayesine dönüşüyoruz azar azar... 



Bu yazıya eşlik eden...