27.12.2022

Özlemek

Buraya çokça özlem cümleleri kurduğumu hatırlıyorum. Çünkü sevmek eşittir özlemek oluyor çoğu kez. Bazen çocukluğumu özledim fazlaca, bazen de birisi oldu bu dünya gözüyle. Benim payıma çok özlemek düştü ismimle müsemma yaşadım hep. Yaşattım da galiba. Hatta özlemenin, ayrılığın ki onlar kardeşler, ölümden beter olduğunu da izah etmişliğim ama o cümlelerle bir türlü başa çıkamadığı için bırakmışlığım var. Hatta Karacaoğlan der ki; 

"Ölüm ile ayrılığı tartmışlar

Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık...

Bu sözlerden sonra insanın susup bu şarkıyı dinleyesi bu şiiri okuyası icap eder. Ama gel gör ki ben anlatamıyorum diye uzun uzun anlatmayanlar da yok değil. İbrahim Kalın; "Özlememek özünü hatılmaktır" diye girince cümleye beni aldı götürdü bu video izleyenin acısı azalır özlemin itibarı artar. Sevene sevdiğini vermez ama teselli de iyidir be azizim...


İbrahim Kalın özlemek



24.12.2022

Yâr

Yeterince gönlünü doldurursan yalnızlık diye bir şey yoktur. Issızlık, karanlık, ümitsizlik, üzgünlük yoktur. Aramak yoktur, bulmak hiç yoktur... Yeterince kendin için kendine sevmez isen hüsran yoktur. Yol yoktur, yolda kalmak yoktur. Ah etsen dahi sitem yoktur ki ah esmadır çekiniz. Tüm bu cümlelerden sonra bir güzel adamın dedikleri düştü aklıma, isteyen videosunda bu cümlelerle bulabilir.


"Aşık hiç yalnız kalır mı hafız. Yar çıksa kapıdan hasreti girer, hayali girer içeri. Aşık tek başınayken bile, yalnız kalamayan adamdır. Yalnız kalamaz o. Ya sevgilinin hayali vardır, ya da sevgilinin kendisi. Hz Mevlana gibi seslenir; iki gecem var ikisinde de uykusuzum biri sensiz olduğum gece. Hasretin bırakmaz ki gözüme uyku girsin. Diğeri senle olduğum gece. Yanımda sen varken uyumak olur mu.."


Sevenler yalnız değildir. O olsa da olmasa da...

Ve bu bir dert hiç değildir. Derdim var diyen sevdim demesin...

21.12.2022

Sol Yanımız


Sevgi ifadesinin üst seviyelerini izah ederken ona sol yanım deriz. Neden sol dediğimizi çoğu zaman bilmeyiz. Ben o kadar bilmezdim ki sağ yanım demiştim bir yazımda da yazarlık atölyesi hocamız düveltivermişti. Sağı olmuyormuş o işin mutlaka sol olmalıymış ama solda da düşününce bir şey yok. Kalp yok orada mesela... Neye atfen sol dediğimizi yine bir kitabın kapağından öğrendim, o kitap Serdar abinin "Delilim yok kalbimden başka" adlı kitabıydı. Kapakta görünürde bir şey yok ama var imiş. Kapak resmini ekleyip yazı paylaştığım bir gün sofinin biri bu görselin anlamını biliyor musun dedi. Rastgele olduğunu sandığımız çoğu şey tevekkeli değil böyle böyle anlıyorsun. O görseller "letaif" dedi. Letaifler diyemiyoruz çünkü zaten çoğul bir kelime bunu da başka bir zatı muhterem öğretti. "Arapça latife kelimesinin çoğulu. Latife, lütufkar anlamının yanında, cismi olmayan, gözle görülmeyen anlamına da geliyor. Letaif de gözle görülmeyen herşeyden haberdar olan anlamında..." Bu kısmı alıntı yaptım çünkü çok iyi anlatmış. Gözle görülmeyen ruhun menfezleri letaiftir. Ruh madde olan bedenin içinde esas vatanından ayrıdır, yani gurbettedir. Bu gurbet halinde kendi varlığından körelmeler yaşar çünkü insan bedeni kadar ruhuna kulak vermez. Ruh, on bölgeden oluşan bu menfezlerden akıp gidecek, kendini tazeleyecek, varlığının esas sebebini hatırlayacak ve yönelecek bir zikir ve ibadete ihtiyaç duyar. Çekilen zikirler letaifin ışıldaması, parlaması demektir. Başka bir aleme kapı aralamak ruha kulak vermektir. Bu manevi bölgeler, onlara aslında manevi organlarımız da diyebiliriz, bedendeki organlar kadar ihtiyacımız var. Ve  bunu bilmeden onlara ihtimam göstermemiz mümkün değildir.

Ne diyorduk sol yanım, ah sol yanım... İşte tam da bir letaife denk gelen  manevi kalbin bulunduğu sol yanımız. Birini çok sevdiğimiz de onu sol yanımıza yani ebediyyen sürecek ruhun, ebediyyen atacak kalbine koyarız. O sol yan esasen bir can'a verilecek, burası senindir denecek bir yer değildir ama değil midir ki insanın sonsuz Rahmet e duyduğu sevgi de bir kulu sevmekle tutuşur sonra esas yerini yurdunu bulur. Değil mi ki mürşidi kamillerden biri mürid kabul eder iken sorarmış "hiç bir şeyi çokça sevdin mi?" "Sevmedim" diyeni müridliğe almazmış. Çıra olmayana, kıvılcımı olmayana harlı ateş yok demek ki manevi kapılarda.

Belki bildin dedin belki bilmeyerek ama birine sol yanım derken gerçekten o solun mu? O, oranın varlığında var mı? Bir yoklamak lazım. Ve denir ki, bir bedende iki kişi olmadıkça, sormadıkça "ey kalbim sen ne dersin bu işe" ve almadıkça cevapları solundaki edebi olanın ebedi organından çok da güvenme cevap dediğin cevaplarına...


Solumuzun ruh cevheri "kalbimiz" bâki olsun... 

20.12.2022

Yol...

Hiç yolunu kaybettin mi? Her yaşta farklı hissettirir bu duygu. İlk zamanlar bir başınalıktan korkar insan, kaybolmak yok olmak gibi gelir sonraları kaybolduğunda o kaybolmalar bir tanıdık yere çıkar bilirsin o yüzden çok da korkutucu gelmez. Ruhunda böyle bir kaybolma zamanları var. Bir duygunun peşinden gideyim derken bilmedik bir şeye denk gelirsin ve oradan başka yere gidemeyeceğini sanırsın bitti sanırsın, yok oldum sanırsın. Başkaca zamanlarda tekrar duyguların içinde kaybolduğun olur ama bu sefer korkmazsın, bir söz görünür bi yerden, bir hatıra belirir öteki taraftan, orası mıydı şu duyguda mıydı derken bulursun yolunu. Giderken, yolunu bir şekilde bulacağını bilerek gitmenin rahatlığı vardır. İnsanın kaybolurken aldığı yol en idrakli yoldur. İnsan o yıllardan ve yollardan geçerken çok şey kaydeder...

#birfotoğrafbiryazı

16.12.2022

İyi ki...

Üniversitede bir hocam vardı. Derste kaldığı yeri kaldığı cümleden asla nerede kalmıştık demeden devam edebilirdi. Bilmediğini bu senin dersin olsun öğren bize de öğret derdi. Kitapta yazmaz hayatın içinde çokça bulunur şeyler anlatırdı. Bazen ıvır zıvır anlatıyor gibi gelirdi derslikte oturanlara ama eminim okul bitince her biri anlamıştır ki hiçbiri malayani değildi o derslerin. Herkesle ayrı ayrı ilgilendiği de olmuştur. Mesela bir arkadaşın diksiyonu gerçekten iyi değildi ve bunu konuyu sınıfta açmaktan bunun düzeltilmesi gerektiğinden yapacağı mesleği nasıl etkileyeceğinden uzun uzun bahsedebilirdi ve kimse bundan incinmez veya dalga geçmezdi. Keza başka bir arkadaşın ses rengi bir hizada hiç durmuyordu ve bu ses tellerinin eğitilebilir olduğunu tek rengin üzerine gidip bu dallanıp budaklanan kontrolden çıkan sesin eğitilmesi hakkında da konuşurdu. Hayatın içinden, evinden, yaşantısının her yönünden örnekler verebilir herkesi dersin içine çekebilirdi. Çekmek için çaba sarfetmesine hiçbir zaman gerek kalmayacak kadar donanımlıydı. Bazı konuları anlamakta zorlandığımız da bunu dile getirmişlerse o zaman şöyle örnek vereyim derdi ve bu örnek verme hızına her zaman hayret ederek bakardım çünkü anlaşılana kadar defaatle örnek verdiği çok olmuştur. 

Hocalarımı hep çok sevmek istemişimdir. Gerçekten haftanın dört günü dersine aynı hocanın girmesi ve o hocanın da böylesine harika bir insan olması büyük şans. Bana bir ödev de yardım sözü verdiği için öğle arasından tamamıyla vazgeçtiği, başından savmayarak elinden geleni yaptığı ama bu benimle alakalı değil demeden çabaladığı bir gün hatırlıyorum. İstemese kim zorlayabilir ama yardım etmeyi, sözünün gereğini her zaman yapmayı bilen bir insanı asla unutmuyorsun.

Okulun yemekhanesinde çıkan yemekleri her zaman kontrol eder herkesi karşısına alır söylediği sözden savunduğu fikirden asla vazgeçmedi. Böyle böyle yemekhanenin yemekleri öyle bir seviyeye geldi ki hepsinin hakkından tek başına nasıl geliyordu ve pes etmiyordu hayret ediyorduk. Hiçbir konuda yalnız kalmaktan çekinmiyordu. Ben bunun tek başıma arkasındayım derken bunu bize anlatıyor olmasının örneklik teşkil etmesini dert edindiğini alt satırlardan okuyabiliyoruk. Ve hayranlık duyuyorduk. 

Hayat akıp gidiyor tanıştığımız o muazzam duruşu ve bilgisi olanlar, sevgiyle, saygıyla hayatta yer tutanlar olmasa halimiz içleracısı olurdu. Onlar iyi ki var...

15.12.2022

Sevmek...

İnsan zamanın içinde yıllar geçmesine rağmen oturduğu herhangi bir mekandaki kısık sesle çalan müziği bile hatırlayabilir mi? Hayret edilecek bir şey değil aslında bu, hayret bunun neresinde biliyor musunuz; unutmayacak kadar yaşanmış olması değil, unutmayacak kadar yaşanmamış olmasında... Bir şeyi öyle az yaşarsın ki içindekine göre yaşanan çok az kalır ve sen bir zaman döngüsü içerisine girersin. O hızla yaşanmış zaman ve olaylar zihninde yavaşlar, detaylanır, dallanıp budaklanır ve bir bakıştan, bir gülüşten bir es vaktindeki sessizlikten bile hafızana pay düşer. Mucize gibi bir şeydir bu. Herşeyi hatırlamak aslında kişinin değil sevgisinin eseridir. Sevmek devreye girdiğinde insanda ne varsa ortaya çıkıveriyor.  Hiç tahammül edemeyeceğin bir şeye sabır taşı oluyor, pes edeceğin şeylere direniyor, hiç görüp duymayacağın şeylere hafızanda yer açıyorsun. Binlerce kez dinlediğin ve etkilenmediğin hikayelerden biri, yâr olup başına gelince yüreğin titriyor, düştüğün derdi de bu hâl üzere seviyor, sevmek istiyorsun...

Hiç yazmak nedir bilmezken duyguların dolup taşıyor yazmak istiyorsun, hiç okumazken okumak, hiç görmediğin yerlere gidip orada olmadığını bildiğin halde onu aramak istiyorsun. Daha kırgın oluyor, daha kolay inciniyorsun. Konunun muhatabı olmasan bile sevmek kolay incitiyor insanı.

Radyoda defaatle çalmış gelmiş geçmiş bir şarkı sende bir yerlere dokunuyor, o vakte kadar umursamadığın bir şiir, bir şarkı gelip baş köşeye oturuyor öylece. Derdinle dertlenmeye  gelmiş gibi misafir etmiyorsun, sende gel sen de kal diyorsun, kalıyorda... Her ne hikmetse sevmekle gelen ne varsa mütemadiyen kalıyor. Bir söz, bir ses, bir koku, bir eşya, bir şarkı, bir mekan hiçbiri bir yere gitmiyor, gidemiyor...

Zaman hepimiz için aynı işlemiyor. Aynı zamanın içinde farklı zaman işleyişleri ile yaşadığımıza inanıyorum. Zamanın da sevgiyle bir rabıtası var. Sevginin zamanı yavaşlattığına hatta durdurduğuna bile inanırım. Zaman tüm sevdiğimiz şeyleri yaparken hızlı geçmesine rağmen sevgilinin yanında öylece durması izah edilesi değil. 

Yazdıklarımın hiçbiri izah edilesi değil. "Akıl biz yemek yerken üstümüze dökmeyelim diye var"diyordu geçenlerde sevdiğim biri. Haklı, geriye kalan ne varsa kalp yükleniyor. Sevgi hariç, sevgiye yük diyemeyiz. Sevginin yük olduğu bir yerde sanırım sevgili yoktur. Ama yine de kalp bu azizim. Biraz yardımcı olmak lazım...

Dinlenesi...

Fotoğrafların geneli bana aittir.

#birfotoğrafbiryazı

14.12.2022

Kaç Cümle Var ki...

Bir masanın üstünde sabahladım, kolumda kalem izi, parmak uçlarım kömür karası. Yazıp yazıp kenara savuşturduğum pek çok kağıt, sonra yazıya değil kağıda kıyamayıp geri toplayışım... Topladıklarımı tekrar tekrar kullanıp bir cümleden öteye asla gidemeyişlerim var. Kaç sabah var ki cümlem benden önce uyanmıştır. Kaç söz vardır ki içimde uykudadır ne yaptıysam onu oradan çıkaramamışımdır. 

Sahi nerede kalmıştık. Sarının, kırmızının, bir pembe Bulut'un buluştuğu yerden başlayacaktım ki gün battı, içimdekilerde o küçük pembe bulut gibi renklerini teslim etti karanlığa. Bir cümle kaldı geriye devamı gelmeyen. Çok vakit oldu başında dönüp duruyorum. Kıvranıyorum ama istediği yere ulaştıramıyorum. Bir bebek gibi başını bekliyorum... Bir masanın üstünde sabahlıyorum, gece ne demişim o ne anlamış bilmiyorum. Yazdıklarım yazmadıklarımı geçmemiş, aradığım kelimeler hala yerini bulmamış. Kaç zaman olmuş böyle akşamların sabahı bi ayazla uyanmışım. Sıcak başlayan gece seherde yerini soğuğa bırakmış. Gece yazdığın cümleler sabaha yabancı, akşam giydiğin kıyafetler seherin serinliğine iğreti. Ne vakit birbirine örtüşen cümleler yazdığımı varsaysam eksikliği yarımlığı ilişir gözüme. Söyledim sanırım söyleyememişim, anlattım varsayarım tekrar okuyunca görürüm ki daha hiçbir şey anlatamamışım...
İşte öyle...



#birfotoğrafbiryazı

30.11.2022

Yarım Hikaye

 

Annem aynı kahvaltıya uyandırmış yine bizi. Patates kızartmamış, yumurta haşlamamış, peynirin soluk renkli tarafına ekmek uzatıyoruz. Kim inandırmışsa bizi küflense dahi  yenir hatta kıymetlidir diyerek, yiyoruz işte hatta tadı güzelmiş gibi yapıyoruz birbirimize. Aynı sofrada kardeşlerimle  bağdaş kurmuşuz. Boy boy  dizilmişiz... Annem bizi çok parçalı bir vitrin süsü gibi boy boy dizmiş hayatın içine...


Bir sofra örtüsü geçirmişiz dizlerimizin üzerine ve hep aynı sıkılgan, sade kahvaltımızın  bardağına bir bardak daha eklememiz icap etmiş. Saadet ablanın ayak sesleri ilişiyor çünkü kulaklarımıza  ve her günkü gibi aynı vakitte çalıyor kapımızı. Kim  o! Demeden açıyoruz ve artık buyur demeden  alıyoruz içeri. Saadet abla hayat dolu ve eminim kahvaltıda zeytin yiyordur hatta ev ahaline patates bile kızartıyordur. Ama biz... Biz kahvaltıya uyanmamışız sanki küskün ve umutsuz bir güne mecburen merhaba demek için bir araya gelmiş bi çare çocuklarız . Saadet abla elinde bir tabakla gelmiş bu sefer üstünde örtülü bir peçete... Peçete yağlanmış ve şeffaflaşmıştı  altından görünen o siyah katık, hayatımızın bir sabahına, sanki tüm siyahlığına rağmen renk katmıştı... 


En sevdiğim yazarlardan Caner Çaylak, senden etkilenerek senden ilham alarak yazdığım bir yazı. Umarım bir gün hak ettiğin yeri bulursun 🌺


#yarımhikaye

#birfotoğrafbiryazı

İnsan...

Her şey dönem dönem zaman zaman sadeleşip azalırken, neden insanoğlu tüm mücadelesini her şeyi çoğaltmak için harcıyor. Bu manzarada oturup bunu uzun uzun düşünmek isterdim lakin hava çok soğuktu. Temiz bir havayı içime çektim verirken şükrettim ve ben hiçbir şeyi yokken de ağaçları çok sevdim. .

"Biz, emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi.Ahzab/72" .

Emaneti yüklenen insan ne sevmek istedi ne de korumak. Öyleyse ne diye irade elde etti? emaneti ne diye kabul etti? Ah insan! Ne sevdi, ne bildi ne de bildirdi...

#birfotoğrafbiryazı
 

Pürkusur...

Kusursuzluk Allah a aittir. İnsan dediğin canlı, hayatını daima görünmez bir salıncakta geçirir. İlerledim der, geriler. "Benim halim nicedir" der, ilerler... Günahkardır kul. Tövbe eder bir çizgide duramaz. Oldum der haline bakmaz. İnsan yaşamadığı, tatmadığı, bilmediği her hayatın üzerine fikir üretir. İçini bilmediği şeyi kabuktan ibaret sanmaktır en büyük meziyettiniz.

Kendisine bakanın başkasındaki kusuru görmek gibi bir edepsizliği yoktur aslında. En büyük mesele bizken, hep başkalarını konuştuk, başkalarının hayatlarında kusur eşeledik... Oysa hepimiz ancak kendimizi değiştirebiliriz... Unuttuk... Unutuyoruz... Belki de öylesi daha tatlı geliyor. İnsan o salıncakta çok şey öğreniyor. Pişmeye gönlü olmayana "çiğ" derler. İnsanın çiğ olanı, yani ham'ı lezzetsizdir... 

Ve azizim bize sohbeti dünya derdinden öte kendi olmuş insanlar lazım... O salıncak hiç, daima ileri gitmez. Kul olmak da kusurlu olmak da bize mahsustur. Olunuz... Kusurlu olunuz... Sonra dönüp onunla konuşunuz. O salıncak bir ileri bir geri gider sözde. Ama ruhunuz bu hal üzerinde iseniz mutlaka sonsuzluğa doğru gider...

#birfotoğrafbiryazı
 

29.11.2022

Bir Şair Yüzlerce Şiir

Sende kendimi araken yüzlerce şiir okudum. Onları özenle derleyip toplarken öyle çok daldım ki benden öncesine bile bakıp kendimi bulmuşluğum var. Gülmedim hiç bu halime, yazdıklarının  hiç olmadığımda bile olduğunu varsaymak, içinde var olduğumu sanmak mantıksız evet, ama sevmenin neresi mantıklı ki, ben mantığımla sevmiyorum, sevebilen varsa tebrik ediyorum. 

En çok senin şiirlerini seviyorum çünkü seni alıp alıp bana getiriyor. Tutuyorum elinden gezdiriyorum. Ara sıra duruyoruz.  Bir kaç cümlenin arasında bağdaş kuruyoruz, söz gidiyor sen yine bana kalıyorsun.Beraber üzülürüz sanıyorum, olmuyor. Konuşursun diye umuyorum o da yok.  Yanyanayken sessizliğin dili ne tarifsiz bir diyalog. 

Biliyor musun çok yorgunum. Bilmiyorsun... Sorsanda anlatamam. İçimden hiç çıkmayan bin yıllık öyküsü var sanırsın. Sanmalısın çünkü öyle hissediyorum. İnsan insanın gölgesinde dinlenir derler, yaslanmak istiyorum sana, bin yıl falan lazım bize. Anca sarılır yaralar, anca geçer bu yorgunluklar ve aslında bakarsan yüzlerce şiirden öğrendiğim bir şey daha var.

***


#birfotoğrafbiryazı

Nasıl anlatsam 🎵


 

24.11.2022

Öğretmeniiimm...☝️🌺📚

Bir öğretmen değilim olmayı çok isterdim ama hayatın içinde bildiğimi öğretmeyi kimseden esirgemedim buna hep gönüllü oldum. Birine fayda sağlamak üzerine kendimi öne atmayı, sormadan söylemeyi, istemeden göstermeyi düstur edindim. Kıymetini bilen de oldu bilmeyen de ama önemi var mı, yok. Bu sebepledir ki en çok öğretmenlerden, öğretici olanlardan etkileniyorum. Ve en çok onların en iyi olmasını istiyorum. Bütün çocukluğum ve gençliğim öğretmenlerin peşinde geçti, arkadaşımda oldu, aşık olduğumda. Örnek aldığımda oldu, derslerinden ders çıkardığımda. Çok sevdiklerim kadar çok nefret ettiğim insanlar da oldu ama onlar kötüydü ve böyle anılmayı çok hak ediyorlardı.

Bizim ülkemizde öğretmen olarak atanmak zor olsa da öğretmenlik okumak o kadar zor değil. Belli ruhsal testlere tabii tutulmadan, yeterlilikleri ağırlaştırılmış bir denetim olmadan herkesin öğretmen olmasına da çok karşıyım. Ben en yüksek maaşın öğretmenlere verilmesini ve her bir öğretmenin, öğretmenden çok "muallim" olmasını bekliyorum. Hayatı öğretmeyen öğretmen, kapitalist sisteme köle olmuş öğretmen, bizim evlatlarımıza ne öğretecek. Her haliyle örnek olduğunun farkında olan harika üniversite öğretmenlerimden ben bunu öğrendim. Gerçekten en çok, "bunlar kitapta yazmaz" birikimi üniversite dersliklerinde seni buluyor. 

"Eğitimde görgüyü" de aslında eğitimin son basamaklarında öğreniyorsun. Eğitimcilerin ortalama kıyafetler giymesi ve ortalama eşyalar kullanması kadar bir öğrencinin de defileye gelir gibi gelmemesi gerektiğini, ilim yerinin düğün yeri ile karıştırılmaması gerektiğini, bilginin gücünü ve ihtişamını paranın ve paralının kullandığı şeylerle gölgeye düşürmemeyi öğreniyorsun daha doğrusu öğretiyorlar. Hayattaki  ilim adına geçer akçe şeyleri bildiğinde, öğrendiğinde şöyle bir artıya sahip oluyorsun; gittiğin hiçbir ilim meclisinde maddeten aşırı durmamak... Sözünden ve bilginden önce bakacağı başkaca yerler bırakmamak...

Başka bir konu ise yine eğitim hayatında sıkça yaptığımız veya öğretmenleri maruz bıraktığımız bir görgü kuralı. Bunu pek çok defa hatırlattım umuyorum ki bu bir gün mutlaka bir yerlerde değişir. Denir ki, son defa göreceğiniz kişiye pahada değer şeyler almayınız çünkü karşılığını veremeyecektir ve bu bir nezaketsizliktir. Büyük küçük ilişkisinde de keza durum aynı ve bir günü kutlamak adına tüm öğrencilerin pahada kıymetli bir hediyeyi öğretmenlerine takdim etmeleri de görgü kuralları gereğince nahoştur. Çünkü o öğretmen tüm öğrencilerine birer hediye ile karşılık verebilecek konumda değildir. Kısaca maddi veya statü olarak veya yaş ile alakalı bir dengesiz durum varsa hediyeleşme bu koşullar göz ardı edilmeden yapılır, yapılmalıdır. Çocuklarınıza kendi yaptıkları küçük bir şeyi vermek yerine onlarca Veli'nin seferber olduğu bir hediye alma merasimi oldukça görgüsüzce. İnsan bazen iyi şeyler düşünürkende amacı güzelkende nahoş olabilir. 

Çocuğum büyüdüğünde onunla bu özel güne küçük özel bir hediye hazırlamayı, veli grubuna para transfer edip kurtulmaya yeğlerim. Siz de öyle yapın sürüden ayrılanlara böyle işlerde kurt saygıyla selam durur, hoş, durmasa ne olur?


Vesselam...


#birfotoğrafbiryazı

 

18.11.2022

Döngü


Eczacıma mesaj atarken hep çiçekli emoji kullanıyormuşum, senden başka kimse bana çiçek yollamıyor, eşim bile dedi. Mutlu oluyormuş ben yazdıkça. Bir başka arkadaş atanıp iş yerinden ayrıldı, senin yerin ayrı dedi bana çünkü ona kimse merhaba, günaydın, nasılsın demediği vakitlerde hep ben demişim. Böyle tatlı şeyler oluyor arada. Kendinle muhasebende eksiye düştüğünde kaderin sahibi ufak dokunuşlar yapıyor. Gayrete devam iyi şeylerde oldu bu yolda diyor ve sen o dokunuşla daha fazlası olmaya kendince söz veriyorsun.

Hayatın içinde çok fazla olumsuzluk var hepsinden kaçarak kurtulmak namümkün. Bu ciddi bir yalnızlık doğuruyor. Dedikodudan kaçman gerekiyor, hayatını malayani işler peşinde harcayanlarla muhabbet zaten çok zor. Bir ara "birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız" sözünden mütevellit kendimi ölesiye zorladım. Sonu hep hüsran. İnsan sevmiyorum ben. Güzel insan olacak yoksa sevmek de zor mesele. Kendimi zorla zorlaya sevmeye gayret etmekten öyle yoruldum öyle zorlandım ki bir dost elini uzattı o sevmek bu sevmek değil bırak artık dedi. Hafifledim... Sevilmeyecekleri de sevmek benim görevim mi, başarıyordumda, ama benden çok şey gitti. İssızlığıma süratle geri döndüm. Sessizliği dinleyerek dinlenmeye başladım tekrar. 

Bazen herşey üst üste gelmiş,  gerçekten gergin bir anımda huzur dolu biri gelip "sakin ol Özlem herşey yolunda" diyor. Bu zaman zaman tekerrür ediyor. O sesi alıp kendime saklamak istiyorum. O huzuru alıp gittiğim her yere götürmek ihtiyacım olduğu her vakit duymak istiyorum. O sihirli cümleyi bana zor zamanlarda getiren kaderin sahibi, ben onun sevdiği kul olayım diye kendimi zorlarken yaptığım fedakarlığın karşılığı olarak  veriyor (belkide)
 
Bu muazzam döngüde benim yerim ne bilmiyorum. Ama onun bana ansızın  en olması gereken zamanlarda verdiği, gönderdiği, gösterdiği her şeyi çok ama çok seviyorum...

***

#birfotoğrafbiryazı

17.11.2022

Gül Yaprağı Gibidir O

 

Sessizliğin içinde sesim oluyorsun zaman zaman. Susturmak istemiyorum seni. Öyle güzel anlatıyorsun ki hep anlat istiyorum. Anlat bana. Nasıl bitiyordu sonu okuyucuya bırakılmış hikayeler. Ben sana bıraktım, kendimde dahil buna. Ben sana yaslandım, gölgemde dahil buna...

Geçen bir eğitimde hayal etme kabiliyetimi yitirmediğimi, ümit olduğunu farkettirdi hoca.  Koca sınıfta üç kişiydik. Sınırsızca her şeye sahip olsaydın bununla ne yapardın diye sorulduğunda hala dünyayı gezmekten başka bir şey istemeyenler var. Dünya'da seni aramak çok sığ değil mi? Bulsam ne olacak. Ben ne yapardım söylemeyeceğim. Sen yinede bileceksin. Hayallerim amacım değil, koştuğum ki koşmak diyorum bir dönem insan asla yürüyemiyor, o yolda sen yoksun. Seni ayırıpta bir kenara bakmıyorum ben. Bendesin mütemadiyen. Bendeki seni seviyorum. Gidesin de yok zaten.

En baştan anlat bana istiyorum. Bazen iki kere aynı hikeyeyi okumak çok sıkıcı geliyor ben yapamıyorum. Bir kere iyi okumayı tercih ederim ama seni dinlemek öyle mi...  Ağır aksak anlat, unuttuğun satırlara döne döne anlat, ne anlatıyordum diye diye anlat istiyorum. Çünkü aslında sende kalmaktan başka hiçbir şeyle ilgilenmiyorum...

Bir kelimenin yanına bazen bir kaç kelime daha koyup derdini anlatmak uzun sürebiliyor. Ne desem,  ne yazıversemde işte tam da şuracığa denk düşse, ben de işte "halim budur" deyip rahatlasam, dönüp okuduğumda bir ah desem diyorum. Olmayınca olmuyor, sonra hızır gibi yetişiyor başka bir güzelin cümlesi ve diyor ki;

"Gül yaprağı gibir o, nüsha-i kur'an arasında ..." 

Ahh...

Vesselam.


#birfoğrafbiryazı

Golhayeabi 🎵




13.11.2022

Gülmek...

Ağız dolusu gülemezdik biz küçükken... "O kadar gülünmez başınıza bir çıkacak mı var" diye uyarırdı hemen büyükler. Sırf bu yüzden çok güldükten sonra suçlu hissetmeyi öğrendik belki de. Başımıza ne gelecek diye bekledik ya da başımıza gelenleri çok gülmeye bağladık. Yine de zaman zaman çok güldük, hissi yarım kalsa da... 

.

Gülmekten, oynamaktan, sevinmekten, yemekten ya da başka herhangi bir eylemden, özellikle de güzel olanlardan keyif verenlerden ruha ışık tutanlardan, büyükler ne istedi de böyle şeyler uydurdu bilmiyorum. Aslında "benim bildiğimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız" sözünden mütevellit Peygamber sözümü nakletmekti dertleri, ya da onlara da anneleri babaları her güzel şeyi çok mu görmüştü de böyle olmuşlardı... Bir ihtimal daha geliyor aklıma, aslında herşey denge üzerine kurulu herşeyin aşırılığı iyi değil deyip orta yollu olmayı öğretmek miydi asıl niyetleri. 

.

Her neyse o niyet, bu söylediklerimin hepsi, konuyu açarak söylendiğinde ve yerinde söylendiğinde muhteşem bir öğreticilik olabilecekken, esasında "ağaç yaşken eğilirin" yanlış konularda eğilmesiyle büküyor hep ruhumuzu... Hani önce, yine Peygamber sözü olan şu sözü kendimize söylerek başlamak daha güzel olmaz mıydı; çocuk sesi azizim, "çocuk sesi cennet sesidir." Ansızın kulağınıza çalınan o harika neşeli çocuk kahkahalarının ruhunuzu coşturması işte tam da bu yüzden....

.

Çocuklar hep gülsün, çok gülsün. Ama sadece senin benim çocuğum değil, tüm dünya çocukları gülsün. Bir duayı ederken kendi kapasitemize göre değil verecek olanın zenginliğine ve kudretine göre dua etmeliyiz. Çocuğunuza ettiğiniz dualara tüm çocukları katmanız dileğiyle... 

.

#birfotoğrafbiryazı 


12.11.2022

Her dem...

İkindi vakti güneş veda ederken, ışığını kırıyor üstümüze. Ve biz tüm günün demini almış bir his ile uğurluyoruz onu. İstisnasız her gün... Her gün  bu farkındalık, bu yaşanmışlık  ve kıymet bilir tavırla bakıyoruz  o ışık hüzmesine. Sessizliğin huzuruna banıyoruz bir parçamızı. Azalan ışık üstümüze düşsün  diye uğraşıyoruz  deli gibi. Öyle  çoğul  konuştuğuma bakmayın, ben ve bende olanlardan bahsediyorum. Her biri içimde ayrı bir şahıs gibi olan kalbim ve hissiyatlarım yani.

🏵 

Hayatın  hakkını  verdik mi bilmem ama, ben ve benim içimdekiler şu güneşin hakkını  hakkıyla verdi. Hem de tam 31 yıl boyunca. Hayatımı  bilmem ama kendimi çok güneşe tuttum... Bütün o kırık ışıkların durgunluğu  bana beni anlattı. Sonra dedim ki kendi kendime, "sıradaki o güzel kırık ışık sana gelsin." Derken alışkanlık oldu bu. Nerede bir kırık ışık, nerede üstümüze düşen bir parça güneş var çeker olduk. Çektiklerim  bana seni  hatırlatıyor. O ışığın güzelliği  ve dâhi tüm güzellikler bana seni hatırlatıyor. O yüzden  artık kendim için değil senin için çekiyorum. Düşenler de, gidenler de, kalanlar da hep senin için... Benim içimden ve gördüğüm güzelliklerden sana doğru bir yol var. Ben bu yolu gide gele yol yaptım. Ben bu yolu günün en güzel ışıklarına düşüre  düşüre  açtım. Ben bu yola çok cümle  döşedim. Ben bu yola içimde ne varsa serdim. O yol o kadar güzel oldu ki, o yol öyle kısaldı ki; artık söylemesek de, anlatmasak da, bildirmesek de; duyuyor, anlıyor ve biliyorsun, biliyorum, biliyoruz...

#birfotoğrafbiryazı

Kağıt Kesiğidir Aşk

Her aşk kağıt kesiği gibidir. Aşkını yazmayan görmedim ben ve o kağıdı tutup da yara bere almayan. Her aşk sır kalmak isterken alenen yaşanandır. Arif sırrı ifşa ederse helak olur, aşık ise susarsa helak olur demiş büyükler. İşte o yüzden çok yazmış aşıklar. Çok söylemiş, çok anlatmış. Ve her aşık meltemi, rüzgarı, yağmuru, ay'ı, gül'ü, dikeni işlemiş sayfalara bir bir. Çünkü özlemek olmuş aşk, merhem olsun diye her aşığa bir meltem üflenmiş, ateşi sakin kalsın diye yağmurlar indirilmiş, resim olmuş aşk; şarkı olmuş, şiir olmuş, kitap olmuş hiçbir şeyi olmazsa  bir ismi olmuş illaki. Deli demişler mesela, divane demişler, mecnun olmuş. Kerem demişler, Ferhat demişler. Mevlâna  olmuş biri, Can Yunus olmuş satır satır dökülmüş gönüllere. Saçıp saçıp toplanan boncuklar gibi, dağıtıp toplamış seven sevdiğine, ipe dizer gibi dizip asmış güzel olanın boynuna derdini.

Her kim olursa olsun adı bilinsin unutulsun  ya da hiç olmasın. Aşık hep yazandır ve kağıt kesiğidir mütemadiyen ortalık. Kaç kestikten sonra gelir sevgili? Kaç hasret zamanından sonra "bak ben geldim,burdayım" der bilinmez. Bir mendil arasında kuruyan yaşların toplamıdır sevgili. İnsan Arif olduğunda sırrı öğrenir, Beşer âşık  olduğunda ise insan olmayı  öğrenir ve yanında bir hediye verilir. İçinde şöyle yazar; Aşk mütemadiyen özleme halidir.

Kavuşsa da, kavuş(a)masa da...

#birfotoğrafbiryazı 

Mütemadiyen dinlenesi 🎵



3.11.2022

Bak Evladım


Bak evladım, bugün beni bütün hayvan kartlarını öğrenmiş olduğun için şaşırtmış ve duygulandırmış olabilirsin... Ve seninle anlıyorum ki, anlamadığını düşündüğümüzde ve öğrenmediğini sandığımızda bile öğrendiğini bilememenin şaşkınlığı bu... 

.

Yüzündeki o mutlu ifadeyi çok merak etsemde sana hayvanat bahçesi gezdirmeyeceğim, zira hayvanların bizim kölemiz olduğunu düşünmen ahmaklık olur. Sana o pazarda gördüğün sevimli ördeklerden veya civcivlerden asla almayacağım. Şuursuzca alınan o hayvanların canı parası kadar ucuz değil... Ve hiçbir canlı bize "ait" olamaz... Kuşlar uçup gidebilir, kediler sana kızabilir, köpekler seni umursamayabilir. Kelebekler konduğu yerde fazla beklemeyebilir. Olduğu kadar sadece var oldukları için sevmeyi öğrenmek lazım...

.

Evdeki kediler seninle yemek yesin, istediğinde sevebil ve seninle oyun oynasınlar istiyorsun... Bu istediklerinin çoğu pek çok zaman olmayacak. Çünkü onlar bu evde sadece yaşıyor. Seviyor olmamız istediğimiz her şeyi yapmalarını gerektirmez. İstemediklerini reddetme hakları var ve sen bunun için onlara kızamazsın...

.

Sevmek bir şeyi onun istediği gibi sevmekten de geçiyor ve müdahale etmeden sevmek çok saygı gerektiriyor. Bunlar senin anlayacağın şeyler değil gibi gözükse de ben yine de anlatacağım, zira bu aralar beni bu konuda hep yanıltıyorsun ve ben bundan çok mutluluk duyuyorum❤️🌺

.

#birfotoğrafbiryazı 

2.11.2022

İnsan Bazen...


Bazen kendi kendinle konuştuğun anlar aslında pek çok zaman onunla konuştuğun anlardır. Olsa onunla konuşursun eminim, olmasa yine onunla konuşursun, peki ya olamasa, işte o zaman kendi kendinle konuşursun... Bu cümle bu fotoğrafla kardeş gibi. Akşam oluyor desen mümkün, güneş doğuyor desen aksini söyleyemem... Şahit olan bilir, yaşayana sorulacak bir durum. 

.

Hayat hep keskin virajlı değil. Gün bile doğup batarken yumuşacık karıyor renkleri birbirine. Hiçbir rengin hatırı kalmıyor ve bakan hiç kimsenin gözünü yormuyor. Ve her şey içi içe ahenk içindeyken, bir tek biz istiyoruz ki her şey net bir renge dönüşsün, hemen dönüşsün, karışmasın, bulanmasın hep dupduru olsun, olalım...

.

Hiçbir şey yapmadan öylece durmak, daha doğrusu sessizlik insanı arındırıyormuş. Arındığımız sessizliğimizin sesi yoksa sevgi de yoktur, manzara da yoktur, o da görseydi yoktur, nefes yoktur, hayat yoktur, söyleyecek, duracak, dinlenecek hiçbir yer ve hiçbir şey eminim ki yoktur...

.

Yazarken eşlik eden

#birfotoğrafbiryazı

1.11.2022

İLETİLEMİYORSA BIRAKIN


Hayatta hep haklı da olsam haksız da olsam anlatmayı tercih ettim. Çünkü inanıyordum ki eğer konuşursak çözülemeyecek hiçbir şey yok. Herkese her zaman bunu söyledim. Duygularınızı anlatın, neler hissettiğini söyleyin ve hiçbir şeyi zan altında bırakmayın, öyle ya düşündüğünüz gibi değilse bunu ancak konuşarak öğrenebilirsiniz.
.
Yanılmışım... Öyle insanlara denk geldim ki konuşamadım, konuştum ama anlatamadım, anlattım ama duyuramadım... Konuşmak bir iletişim ve bazılarımız bu temel öğretiyi asla almadan büyüyor. Sonra üzülüyorsun... Önceleri bu iletişimsizliğin bende bıraktığı kördüğümlere üzülürdüm, bir yol katedememek canımı sıkıyordu. Şimdilerde ise iletişim sorunu olanlara üzülüyorum. Böyle büyümek, böyle yaşamak ve böyle hayatta var olmak oldukça zor olmalı. Başka bir dil bilmemek sadece kesip atmayı öğrenerek var olmak çok bencilce geliyor ama ya başka bir yolunu bilmiyorsa diyorum... 
.
Bu saydıklarım tabiki bir Hüsnü Zan... Zira insan kendini geliştirebilir, yetiştirebilir, egolarından biraz arınabilir, kendi içsel yolculuğundaki sıkıntılara "benim bir sıkıntım var" farkındalığı ile yaklaşıp onu onarabilir. Fakat bu bir ilerleme kaydetmedir, durmak isteyeni itemezsin ve kendi seviyene çekemezsin... Kesmek daha pratik bir yöntemken, yol almayı denemek her kişinin değil er kişinin işidir.
.
İletilemiyorsa bırakın, bu duygu yükleri yüzünden belimiz hep iki büklüm...
.
#birfotoğrafbiryazı

13.10.2022

MESAFE

 

Dik yokuşlu bir patikadan geçiyorum. Bol ağaçlı bir yerden gökyüzüne bakmak ve derin bir nefes almak için. Aldığım nefes benden şikayetçi olmasın diye, nefesime nefes aldırmaya gidiyorum. Sıcağın üstümdeki yükünü bir ceketi verir gibi teslim ediyorum ağaçların serinliğine. Yanarken üşümeye, yorulurken dinlenmeye başlıyorum. Sessizliğin sesine kulak veriyor ağaçların melodisine kapılıp gidiyorum. Sırtımın toprak, yüzümün yemyeşil bir haritaya baktığı gökyüzündeki nizama saygıyla selam veriyorum. Hayat diyorum, üst üste insan yığını ve dar bir geçitte sıkışıp kalmışçasına iç içe... Oysa ağaçlar öyle mi her dalı olabildiğince özgür, ulaşabildiğince gökyüzü...

 

Ağaçların bu muazzam saygı duruşuna "Taç utangaçlığı" deniyor. Birbirlerinin güneşini kesmekten imtina ediyorlar ve özellikle uzun ağaçlarda görülüyor bu durum. Güçlü olanın diğerini gölgede bırakmadığı, alacağı güneşe, vereceği filize saygı duyduğu ve varsa  zararlı börtü böceği bir diğerini tüketmemek adına geçişi, mesafeyle zorlaştırdığı harika bir düzenden çok şey düşüyor payımıza...  

Kırmadan incitmeden varolmanın dersini ağaçlardan almalıyız demek ki... Dalını kırdıklarımıza dizimizi kırıp talebe olmak lazım  bir yerde. Şu âlemde neye baksan kanaatkâr neye baksan bir saygıya selam duruş. Var ederek bir varoluş...

Gözüne bir kez ilişti mi bu hâl, sonrasında aynı insan olarak kalamıyorsun, daha doğrusu kalmak istemiyorsun. Aldığın huzurun saygıdan geldiğini ve saygının olduğu yere sığınmanın ahengini her yere yaymak istiyorsun. Ağaçlardaki utangaçlık vallahi utandırıyor seni, yola revan olduğunda ilk yaptığın şey trafikte bir başkasına fazla ilişmemek oluyor. Önce takip mesafesini koruyorsun. Çünkü hayatın içindeki takip mesafesi bir bozuldu mu her şeyin nasılda zincirleme kazaya doğru gittiğini pek âlâ biliyor insanoğlu. Ama işte unutkan insan. Adının tezahürü ile müsemma yaşıyor. Bile bile kendi marazlı kısımlarımızı başkalarına aktarıyoruz. Hayat koşturmacasında alanları darlaştırıyor mesafeleri kısaltıyoruz. Saygıda safları sıkı tutmak, başkalarının özel alanlarından uzak durmakla öyle ilintili ki... Bu hem maddi hem de manevi...

Halbuki dallarını güneşe uzatan ağaçların utangaçlığıyla utansak halimizden İçimize bir huzur yayılmaya ve ruhumuzu dantel gibi işlemeye başlayacak. Gördüğümüz o güzelim çocukları dokunmadan da sevmeyi öğreneceğiz mesela. Sevdiklerimize bir söz söylerken gönlünü güneşe açmasına müsaade mi ettik yoksa gölgede mi bıraktık düşünmeden edemeyeceğiz.

Gözümü ağaçlardan alamıyorum. Onların bu hâli saymak mı yoksa sevmek mi daha çok diye soruyorum. Bu mutlaka sevmek olmalı diyorum. Bu hâl saymaktan varolduysa bunu âlemin hâli ile hallenerek  görmek de sevgiden zuhur etmiş olmalı. Yani bu bir sevgi alameti olsun. Çünkü azizim sevgi penceresinden bakan bir gözün gördüğü hikmet, insanın haline, hayatına ve bittabi ruhuna pek âlâ sirayet ediyor. Lezzetli bir varoluş hikayesine dönüşüyoruz azar azar... 



Bu yazıya eşlik eden...

5.06.2022

Merhaba Hayat

Merhaba hayat. Seni selamlama şeklimi bilirsin. Her gün hep olan şeylere hayretle bakarak ve güzelliğini güzel insanlara göstermeye gayret ederek geçiyor ömrüm. Buna rağmen güzel olmayanlara kırgınlığım, kızgınlığım ve bana ait olan bakışımdaki çirkinliğiminde, o güzel hali aştığı pek çok zaman olduğunu söylemem lazım. 

Çok şey söylemem lazım ama yazıp yazıp silmek düşüyor burada payıma. Zincirleri kopmuş salıncaklar, kırık tüneller, boşluklu merdivenler, geceden kalma boş cam şişeler, izmaritler, bozulmuş, yıpranmış ve asla sahip çıkılmamış  ne kadar çocuk parkı varsa hepsine paylaştırdığım çokça hayal kırıklığım var. Ben bile böyle hissediyorsam kaydırakta istediği gibi kayamadığında bir çocuğun yüzleştiği gerçek sadece vücudunu acıtmıyordur muhakkak. Salıncakların o kalın zincirleri nasıl oluyorda bu kadar çabuk kırılıyor. Tünellerin şeffaf kısımları hangi güçlü kollar tarafından parçalanıyor. Ve merdivenleri boşluklu yapan mühendislerin çevresinde aman düşecek diye endişe edeceği  bir tane çocuk kalmamış mı... 

Üzülüyorum hayat... Tek bir hayatın içine bu kadar hayal kırıklığı çok fazla. Her şeyden mutlu olan çocuklarda yok artık. İstediğini elde ederken bile başka elde etmek istediği şeyler yüzünden sevinçle r hep yarım. Bunu kendi başlarına öğrenmiş olamazlar, mutlaka kendi ellerimizle giydirmiş olmalıyız bu renksiz dünyayı, başlarına güneş geçmesin diye taktığımız şapkalarla öğrettik güneşin bile masum olmadığını. 

Cümleler hiç umrumda değil. İçimi dökerken cümleler güzel diziliyor mu diye dert edinmeyi bırakalı çok oldu. Çok şey bıraktım zamanın içine... Bıraktıkça çoğalan bir hayat yaşıyoruz. Dünya yükü asla bitmiyor...