Otobüs bekliyorum. Güneş kızdırmış caddeyi. Elimi alnıma
atıp caddeden hızla geçen o arabalardan hangisi Kadıköy’e gidiyor diye
bakınırken görememişim… Ben değil bir tek, fark ettim ki yığınla durağa
doluşmuş kimse görmemiş onun nasıl bir yorgunlukla uyukladığını. Çok yorulmuşa
benziyordu. Ayağında kahverengi kumaş pantolon vardı paçaları yıpranmış.
Üstünde gömlek, kolları sıvanmış. Başında kır saçları vardı yaşı kim bilir kaç.
Eğreti sandığına bakacak olursak ya çok çok fakir ya da kendine iyi bir sandık
edinmediğine göre bu işi sürekli yapmıyor.
Mayışmış... Çömeldiği yerde daldıkça sarsılıp gözünü
açıyordu. Çok üzüldüm… Güneşin altında oluşuna üzüldüm. Orada kimse
ayakkabısını boyatmaz ona üzüldüm. Sandığının eğreti oluşuna üzüldüm. Güneşten
çok etkilenmiş yüzüne üzüldüm. Yorgunluğuna üzüldüm. Emekli yaşı gelmiş her
insan gibi evinde olamayışına gerçekten üzüldüm…
Binlerce var onun gibisi sokakta biliyorum. Abartılı gibi
görünüyor üzüntüm. Ama o bunu öyle hissettirdi ki bana. Rahat yatağa hasret
bakıyordu yorgunluğu. Ayakkabılarıma baktım boyanacak gibi değildi. Eline para
versem, çekindim kızar mı diye. Üzülerek durağa doğru çevirdim yüzümü. Tam
vazgeçmiştim ki mendilde sattığını gördüm.
İki mendil aldım ve elimden geleni yaptım. Parayı uzattığımda
öyle güzel gülümsedi ki anlatamam. Bereket versin dedi…
Dilerim bereket verir Allah…
Çünkü hepinizin gönlümde kocaman bir yeri var…
Amak-ı Hayal
Amak-ı Hayal