22.01.2012

Duydum Onu

Duydum onu,
Bu eve ait hissetmiyorum kendimi dedi. Umurumda değil hiç biri dedi. Bütün mutsuzluğuna şahit oldu duvarlar. Bütün bencilliğine de...

Bu evden gidersem tek giderim dedi. Saydım bütün "ben" ile başlayan cümlelerini... Ne kadar ben varsa o kadar sıyrılmıştı ve uzaklaşmıştı bizden. Gücendim...

İstedikleri olmayınca kötü ilan ederdi bizi. Onun kadar mutsuzduk ama o kadar çok ben diyordu ki bizim de mutsuzluğumuz olduklarını göremiyordu. Sofrada ola ki bir kaşık eksik olsa kendini dışlanmış hissediyordu. Bir tabak ola ki eksik konulsa kasten yapıldığını düşünüyordu. O bu evin fazlalığıydı güya çünkü o buna çok inanıyordu. Bu evin eşyaları onun değilmiş. Yastığı, yorganı, giysisi, çantası onun değilmiş. Bir su yatağından farklı kollara ayrılan cılız yollar gibiymişiz meğer. O cılız yollar büyümüş farklı kanallar oluşturmuş, sesi de gücü de gürleşmişti. Onun olmayanlar çoğaldıkça yansıttığı benimseyememe hissi evdeki herkese bulaşmıştı.  Cümleler uzuyor anlamsız hengameler içinde huzursuzluğa doğru yol alıyordu. Her ne biriktirmişse bizim suçumuz yoktu. Mutsuz çocuk olmakla mutsuz anne baba olmak arasında bir fark yoktu ki... Aynı mutsuzluğun havasını soluyanlar arasındaki götürüm gücü aynı. Sadece yaşlar farklı...

Biz büyüdükçe küçülmüş evimiz onu fark ettim. Küçülen sadece ev de değil; sevgi küçülmüş, paylaşım küçülmüş, sorumluluk küçülmüş. Bazı değerlerinde küçülmeyle paralel olarak büyüdüğünü fark ettim. Bencillik büyümüş, evdeki dağınıklık büyümüş, mutsuzluk büyümüş... Bize değer katacak hiçbir şey terazinin dengesini sağlayacak kadar ölçülü kalamamış. Konuşamamaya başlamışız. Tek taraflı konuşmalar çoğaldıkça evimizin çatısına anlam katan duygular su-i zan'a bulanmış.

Biliyordum ben bunları zaten. Bilmek üzse de, acıtsa da, kimselere bu düğümü anlatmasam da biliyordum. Bildiklerimi duymuş olmak aynı şey değilmiş meğer. Duymak hiç iyi bir şey değilmiş.

Bile bile Gücendim...

Amak-ı Hayal

20.01.2012

Mektuplarım (4)

Bu aralar yoğunum ve bu sözü sevmem aslında. İnsanın bir mail atamayacak kadar yoğun olması sadece yüzeysellik göstergesi olur.
Tek sebep bu değil tabii. Yazacak bir şey bulamıyorum. Her yerde olduğu gibi. Sana özgü değil bu durulmalar.
Bazen yazıyım demek yazdırtıyor bazen de tek cümle kuramıyorsun
Konuşunca susamıyorsun sustu mu istesen de konuşamıyorsun öyle bir şeyler işte.
Ama alıştın senin bu bir varmış bir yokmuşlara...
Zaten rutinliği de beklenemez...
Bu adrese uğradıkça ve aklıma yazacak bir şeyler geldikçe yazıcam söz.
Ve aleyküm selam.
...

Yazan: Amak- hayal
__________________________________________________________


Bir cuma gününden, bir mesai sırasında, hayırlı bir günden kocaman bir
Merhaba diyorum.

Alıştın sen bu bir varmış bir yokmuşlara yazmışsın ya :) ona güldüm. Yani o sözün bana tebessüm ettirdi. Reel anlamda bana söylüyormuşsun gibi hissettim. Alışmadım. Ama kelebek misali sıkmak ve öldürmek istemem. İçinden gelirse yazarsın zaten. Doğallığı ben müdahale etmediğim zaman hoş.... Neden yazmıyorsun diye sitem etme hakkım yok, çünkü için, ruhun, kalbin yazmayı emrederse yazarsın ancak. Kaldı ki benim o hayat çemberimdeki insansan ve ben o çembere herkesi sokmuyorsam o insan da müdahale ile hareket etmeyecek kadar kendine emin ve kendine saygılı olmalı senin gibi. O yüzden ağzımı açıp sitem etmeme gerek yok. Sen yazdığın ve yazmadığın zamanlarla değil, sen olduğun için özelsin. Sen hep sende kalmalı ve sana ait olmalı...

Adrese uğradıkça demişsin... Sözünün gölgesindeki o adreste olacağım hep... Bir su damlası gibi çeşmenin ağzındaki o damlayım... Gidiyorum şimdi...Ama ikinci damlamda buradayım :) Damlayı beklersin veya beklemezsin, ben senin evinin çeşmesiyim sesimi duymak zorundasın :)
Kendine iyi bak. Görüşmek üzere...

Yazan: H.A


19.01.2012

Ne Zaman Zil Çalsa Adrenalin Patlaması Yaşardık

Çocukluğum çok süper geçti biliyorsunuz. O günlerde sorsalar çocukluğumu yaşayamıyorum derdim ama bugün bakınca suyunu çıkarmışım. Evde icat etmediğimiz oyun, girmediğimiz dip köşe, el koymadığımız ev malzemesi kalmamıştır. Benden beş yaş küçük erkek kardeşimle icat ettiğim oyun kadar ödevlerime odaklanabilseydim belki hiç yanlış ve yarım ödevlerle öğretmenimin karşısına rutin bir şekilde çıkmayacaktım. Ve tabii bugün temelim yok dediğim matematiğin o günlerdeki verilen, istenen, çözüm kısmında, uzun yılları etkisi altına alan o müthiş çakılmayı yaşamayacaktım.

Hayat güzeldi, pembeydi, hat safhada macera doluydu; bir renk, bir heyecan vardı. Hele yiyecek güzel bir şeyler de varsa içimiz içimize sığmazdı. Gidip mutfaktan aşır aşır evin en olmaz yerlerinde ye. Annenin gün için yaptığı hazırlığa leş kargası gibi üşüş ve olması gerekenden fazla yeyip anneni mahcup et. Buzluktaki stokları fare gibi kemir ve annecik elini atsın bir tabaklık bile bir şey bulamasın. Benim için eğlenceliydi acayip tatlı ve zevkliydi tabi onun için öyle olduğunu pek sanmıyorum.

En favori arkadaşım genelde evde de oynayabildiğimden kardeşlerim olurdu. Erkek kardeşimle  bitmeyen enerjimizi hangi zarar için harcayalım şaşırırdık. Annem akşamları yan komşumuz olan (ki bunu ve oyun tutkumu biliyorsunuz diğer postlardan  bkz. bkz. ) anneanneme giderdi bizse gelme saatini iyi bildiğimizden darma dağın ederdik evi. Ama ne dağıtmak koltukların süngerlerini çıkarır üst üste koyar kovboyculuk oynardık bazen de üstüne atlardık. Uzun orta sehpayı koltuğa dayar üstünde kayardık. Tüm takvim yapraklarını tek tek yırtıp birbirimizin üstüne serpiştirirdik. Mutfaktan bulaşık deterjanını alıp baloncuk yapardık. Sulu boyayla yüzümüzü maymuna çevirirdik. Yere bir döşek koyup yüksekçe yerlerden üstüne atlardık. Kısacası öyle şeyler yapardık ki ev tanınmaz hale gelirdi her yer de oyuncak, minder, mutfak eşyaları hemde salonun baş köşesinde, kırlentler havada uçuşuyor.

(Benim ne suçum var! Benim dayım ile teyzemde manyak insanlardı. Bizi alır komando gibi eğitirlerdi bi yüzümüze gözümüze boya sürmedikleri kalırdı. Giysi dolabının o askılık demirini (sopasını) alır iki yanından tutarlar bizimde o sopada elimizle ilerlememizi isterlerdi. Dayımla güreşirdik. Teyzemle giysi dolabının üstündeki hurçların tepesinde otobüsçülük oynardık. Kel kafalı o bodur, şişko bebeğe yaptığımız kıyafetlerle bir sezonluk kreasyon çıkarırdık. O günlerde dalağımızla ilgili bir problem yaşamadığımız için şükrediyorum çünkü gecelere kadar mutfakta ip atlama yarışı yapardık. Bizim oyunlardaki çılgınlığımız sanırım genetik.)

Annem tahminimizden önce eve gelirse yandık. Zil çalar ve biz başlardık saniyelerle yarışmaya. Her şeyi ama her şeyi yerine koyardık. Terli tenimizden alevler yükselirdi ve korku. Annem bakardı ki açan yok anahtarıyla girerdi içeri merdivenlerde biraz oyalardı onu tam gelirdi odanın kapısını açardı ki ne görsün iki uslu şirin kardeş oturmuş kitapların fotoğraflarına bakıyor.

- Bende sizi uyudu sandım!
- Yok duymamışız fasulye ve çubukla oynamaktan sıkıldık bizde kitapları karıştırıyorduk...

 ;)
                                                                                 (***)

Amak-ı Hayal

4.01.2012

Geçmişin Tadı Hala Hayatımın Damağında

Küçüklükte kaldı sanmıştım.
O hıçkıra hıçkıra ağlamalar…
Şimdi nerde içli içli ağlayan bir çocuk görsem,
Nefesim dalar…

Küçüklükte kaldı sanmıştım.
Kadife kaplamalı kalın taçlar.
Şimdi nerde tacı kırılmış bir çocuk görsem,
İçimdeki çocuğun içi sızlar...

Küçüklükte kaldı sanıştım.
Balkona kurulmuş eğrelti salıncaklar.
Şimdi nerde bir salıncak görsem,
Oraya artık sığamam diye içimi bir korku kaplar.

23 Nisan tören yürüyüşlerini unutmadım ben,
O kıyafetlerin sevincini unutmadım.
Hocamın kulağımı büküşünü unutmadım.
Spor ayakkabımın arkasına atılan dikiş izlerini unutmadım…
Nerde çocukluğuma ait bir iz görsem,
“Unut(a)madıklarımı” hatırlarım…

Yazan: Amak-ı Hayal