Önce sıkıca sarıldı bana. Şefkatiyle yaklaştığı bedenimde
göğsünün yumuşaklığını hissettim. Anne diyerek sevmek istedim onu ilk defa.
Oysa hepsinden daha kadındı o. Bundandı belki de daha şefkatli oluşu. Onun upuzun
kolları vardı. İçine çekerdi, sanki onun bedeni benden daha büyüktü hep.
Sarıldıkça uzayan ve saran kollarının arasında kalırdım. Hâlbuki hep o benim kollarımın
arasındaydı.
İçine çekerdi kokumu. Çekermiş, ben çok sonra fark ettim. O
demese belki de boynumda öyle saatlerce ne hissettiğini hiç bilmeyecektim. Bildiğim
anın sevincini zaten bir eminlik hissi kaplamıştı. Şaşırmamıştım aslında.
Şefkatle yaklaşan bir insanın anaç bir sevginin içinde kalmış tutkuyla karışık
bağlılığıydı bu. Eminlik hissiydi… Bazen huzur bazen aşktı bu.
Bir gün daha sıkı sarıldı bana. Sandım ki fazlaca sahiplenme
duygusunun bir abartısıydı bu. Biraz
daha sıksaydı ruhumu teslim edecektim. Sevmiştim aslında beni böyle öldüresiye
sevişini. O gün bir tuhaflık vardı zaten. Anlattığı her şeye buğulu bakıyordu
gözleri. Bunu havaya yormuştum ben. Bir nezle başlangıcı da olabilirdi. Bir
veda başlangıcı da…
Bakışının altında yatan sinsi bir ayrılık hüznü gördüm. Önce
anlamsız geldiki ayrılmıyorduk sonuçta. Sonra kollarını çekti üzerimden. Öyle bir
çekti ki buz kesildi bedenim üşüdüm aniden. Sevimsiz soğukluk hissinin üstüne, bir
şey demek istediğini farkettim. Baktı yüzüme uzun uzun ne ağlayabildi ne de
cümle kurabildi ki susmakta güçlü durmakta hiç ona göre şeyler değildi.
Anlayan bir ifadeyle tuttum elini. Sen üzülme ben seni
anladım dedim içimden. O anladığımı fark etti bense onun son söyleyemediği
cümlenin ne olduğunu fark etmiştim. Ellerini küskün bir çocuk gibi çekti
ellerimden. Yavaş yavaş çekerse elleri bende kalır bırakmam diye korktu
zannedersem.
Ben hoşça kal demedim o da elveda demedi.
Ben annemi o ise çocuğunu kaybetti.
Ben ruhumu o ise suskunluğunu bırakıp gitti…
Amak-ı Hayal