Nasıl oluyor da kıymetini bildiğini zannettiği halde hata(lar)
yapabiliyor insan. Alışkanlığın umursamazlığına mı düşüyoruz acaba? Hangi
bencilliğin saklambacında kayboluyor sonsuza dek o saklananlar? Bir senaryonun
sonunda öylece tek başına kalıveriyor insan fark etmeden… Sonra zaman öğretiyor,
kıymetsizliğin nasıl bir zehir etkisi yarattığını. Alışılmışlığın nasıl bir
tüketme şekli olduğunu görüveriyoruz yavaş yavaş. Derin bir uykudan uyanır gibi
uyanıyor farkındalığımız. Ne kadar çok uyumuşum hayıflanması gibi bir
hayıflanma yaşıyor zihnimiz. Geri dönüşlerin çaresi var mı? Kıymetsizliğin
telafisi var mı?
Bedeli yalnızlık olan entariler biçiyoruz üzerimize. Tamda uyduruyoruz
kendimize eksiksiz, artıksız. Cümlelerimiz daha çok –miş li geçmiş zamana
bulaşmaya başlıyor. Hatıraları daha fazla zihnimizde çevirip duruyoruz. Zaman affetmiyor…
Zaman yanlışları telafi için geç kalınmışlık sinyalleri verirken, yıkıntılar
içinden bir sevgi eli zuhur etmedikçe, değişmiyor bu döngü.
Sevgi büsbütün bozuyor bütün dengeleri. Bütün telafilerin umut
ışığı da yine sadece sevgi… Kendi üzüntünde yine kendini yorarken, önünü
aydınlatacak olan da yine sadece O’nun sevgisi…
~Sözde Yazar~