30.09.2014

Alışılmışlıklar Pişmanlıkların Habercisi

Nasıl oluyor da kıymetini bildiğini zannettiği halde hata(lar) yapabiliyor insan. Alışkanlığın umursamazlığına mı düşüyoruz acaba? Hangi bencilliğin saklambacında kayboluyor sonsuza dek o saklananlar? Bir senaryonun sonunda öylece tek başına kalıveriyor insan fark etmeden… Sonra zaman öğretiyor, kıymetsizliğin nasıl bir zehir etkisi yarattığını. Alışılmışlığın nasıl bir tüketme şekli olduğunu görüveriyoruz yavaş yavaş. Derin bir uykudan uyanır gibi uyanıyor farkındalığımız. Ne kadar çok uyumuşum hayıflanması gibi bir hayıflanma yaşıyor zihnimiz. Geri dönüşlerin çaresi var mı? Kıymetsizliğin telafisi var mı?

Bedeli yalnızlık olan entariler biçiyoruz üzerimize. Tamda uyduruyoruz kendimize eksiksiz, artıksız. Cümlelerimiz daha çok –miş li geçmiş zamana bulaşmaya başlıyor. Hatıraları daha fazla zihnimizde çevirip duruyoruz. Zaman affetmiyor… Zaman yanlışları telafi için geç kalınmışlık sinyalleri verirken, yıkıntılar içinden bir sevgi eli zuhur etmedikçe, değişmiyor bu döngü.

Sevgi büsbütün bozuyor bütün dengeleri. Bütün telafilerin umut ışığı da yine sadece sevgi… Kendi üzüntünde yine kendini yorarken, önünü aydınlatacak olan da yine sadece O’nun sevgisi…

~Sözde Yazar~

23.09.2014

Unuttuk Biz

Yazı da kışı da birbirine harmanlanmış yeni mevsimler inşa ediyoruz. Bozuyoruz tüm dengeleri. Ruhumuzu bozduğumuz gibi… Eski yurdum manzaralarını bozduğumuz gibi. İçtiğimiz eski suların tadını bulamayacak kadar çok eskittik her şeyi. Bayram sevinçlerini, heyecanını çocukluğumuzda bıraktığımız gibi. Kalabalık aile neşesini kaçırdığımız gibi. Akide şekerlerin tadını hatıralarda anımsayacak kadar “çok” oldu “eski” oldu her şey. Yakın zamanları uzak ettik birbirimize. Yıllar süren kavuşmaların kıymetini bilen kuşakların hemen alışılıp vazgeçilen nesilleri olduk…

Vazgeçmiyor ruhumuz… Özlüyoruz bir şeyleri. Bekliyoruz, anımsıyoruz, istiyoruz belli belirsiz. Özlüyoruz ama bilmiyoruz neyi neden özlediğimizi. Soyutlandık git gide gerçekliklerden. Bir bedende üç beş karakter gördük göreli olamadık kendimiz gibi. Kalkanımızla zırhımızla dolaşmaya başladık başlayalı çocuklar daha bir masum göründü gözümüze. SEVMEYİ unuttuk biz… Ah biz sevmeyi hepten unuttuk. Ne yazıktır ki kocaman yürekli insanlara özenenimizde öyle az ki. Biz kocaman yürekli kuşakların avuç kadar sevgisi olan nesilleriyiz. Daha kimseyi şartsız koşulsuz sevemedik. Tebessüm sadakasını ancak ve ancak keyfimiz yerindeyken verecek kadar cömertleşebildik. Sahi biz neden unuttuk “kocaman” olmayı? Biz sevmenin asaletini nerede kaçırdık? Öyle ihtiyacımız var ki sevmeye sevilmeye öyle çok ihtiyacımız var ki herkesi kucaklayacak kadar büyük olmaya.

Bugünün bir farkı olsun diye söylemeliyim ki büyük olmak huzurdur. Kocaman bir yüreğimiz olursa kim üzebilir bizi… Kim reddedebilir… Açsak ardına kadar dünyaya tüm benliğimizle kollarımızı ve sevsek inanılmaz bir tutkuyla bütün yaradılmışları…

Ah bir olsak şöyle büsbütün koskocaman…

Ah bir olsak…


~Sözde Yazar~