23.09.2016

Sen/ Ben

Gittiğine sevinmeliyim belkide... Böyle yok oluşuna, iz bırakmayışına, sessiz sedasız hatta selamsız gidişine... Unuttuğuna... En azından unutmuş olma ihtimalini hissediyor  oluşuma en çok da başka birini sevme ihtimaline sevinmeliyim işte. Gözümüzde büyüttüğümüz, zamanla un ufak oluşunu seyrettiğimiz herşey gibi buna da sevinmeli işte...

Bir koku kalmadıysa, bir iz, bir sebep, bir umut ya da yerli yersiz hatırlatan herhangi birşey... Boşver gitsin... Aynı şehrin içinden, yanımdan, yanından  öyle geçipte görmediğim, görmediğin bütün anların toplamıdır kısmetsizlik. Kadere ilişmemiş kimliği meçhul iki kişilik...

Sen ve ben aynı hatıraların iki uzak insanı... Doğrusu, yanlışı,özlemi, hasreti, mutluluğu pişmanlığı birbirine karışmış... Hepsini yitirmiş, terketmiş ama yinede kurtulamamış...

İmlâya gelince...
Canı c....

~S'özde Yazar~

9.09.2016

SADECE İNSAN


İnsan bin türlü manzaraya şahit olur şu hayatta. Gökyüzünün bin türlü maskesi var insanın ruh haliyle oynayan... Kâinatı tüm halleriyle kabul ediyoruz çünkü hangi şartı sunarsa sunsun onunla yaşamak zorundayız. Hâlbuki insanlarla olan ilişkimiz öyle mi? İnsanların değişken ruh hallerine asla tahammülümüz yok. İnsan dediğin tek mevsim, tek tip hava durumu olmak zorundaymış gibi davranıyoruz. İşin kötüsü onu  manen ya da madde olarak terk etme şansımız var(!) İnsan dediğin şeyle, tabiatla geçindiğimiz kadar geçinemeyiz. En olmaz yerde bir yağmur yağsa ve her şeyi berbat etse kimse havaya küsmez... Dünyanın bütün dengesizlikleri aslında kocaman bir nizam ve dengeden ibaret… Peki ya insanoğlu? Ona ait tüm o ruh halleri hep bir tutarlılık hep bir denge mi göstermek zorunda? İnsan denen şeyde dengesizlikleriyle bir denge halinde olamaz mı?

Velhasıl kelam bu fotoğraf bana insanoğlunun kendi türüne gösterdiği tahammülsüzlüğü, hoşgörüsüzlüğü hatırlatıyor. İnsan öyle bir canlı ki tüm dalgalarının ardında durulmayı bekleyen belki de tek derdi sevilmek olan masumane bir şeyken nasıl sevimsiz bir çehreyle etrafta dolaştığını, sana bir şekilde anlatıveriyor. Tek tip duyguların rutinliğinde kaybolalım diye yaratılmadık. Yaşamak, tepki vermek, denemek, öğrenmek, hatalar yapmak ve bunların yaşattığı tüm mevsimlerle geçinmeyi öğrenmek üzere inşa edildik. Dağ gibi bir insanın arkasından küçücük korkak bir çocuk çıkıverseydi ona yine de kızabilir miydin? Seni her şeyin suçlusu atfeden biri aslında kendi içine dönüp asıl suçlu sensin demenin bir yolu olarak seni görse ama bunu anlatamasa ona yine de gerçekten kızabilir miydin? Sevgi isteyen bir çocuk bunu annesini döverek veya oyuncaklarını kırarak anlattığında, asıl mesajı anlamak, ona kızmamayı hatta daha çok sevmeyi ve sevmenin dilini öğrenmesine yardımcı olmayı gerektirmez mi?

İnsanoğlunun mevsimleri ana ve ara geçişleriyle belki dört mevsimden fazla olabilir. Yağmuru bol, fırtınası, ayazı  onu terk etmeye sebep verecek kadar sert olabilir. Her şeye rağmen bir insanın çetin kışına tahammül etmek kıştan sonra yazın geleceğine dair bir ümittir. Kışlar sevgiyle daha ılık geçebilir belki yazın gelişi daha çabuk gerçekleşebilir.

Demem o ki; önce kendini sev. Kendi mevsimlerinde savrulmayan insan başkasının dengesiz hava durumundan pek de etkilenmez. Sebebini bildiğin rüzgâr senin canını sıkamaz. Derdi aslında seninle olmayan birini anladığında tahammülün artar. Kâinatı, içinde insanlarıyla bir bütün olarak kucaklamak ve kabul etmek işimizi kolaylaştırabilir. Hiç bir şey yapamasak sert rüzgârları ılık bir meltem yapamaz mıyız?

Kucak dolusu sevmeye ve sevilmeye çok ihtiyacımız var…

~S'özde Yazar~


5.09.2016

Bugün Benim Doğum Günüm

Bugün benim doğum günüm.  Sonbaharla başladı yine yolculuğum. Başladığım noktaya farklı ama bir o kadarda aynı bir ben olarak geri döndüm ve kaldığım yerden devam ediyorum.  Dünümü bugünümle tartıyorum ve bir üstadın da dediği gibi “elde var demeyi unutmadan”  hesaplaşıyorum kendimle. Bazen eksik bazen fazla çıkıyor demek istesem de diyemiyorum. Eksik desem hadsizlik fazla desem nefsani…  “Derdi, davası dünya olmayan herkes gibi araftayım. Ne buralı olabiliyorum ne de oralı olmanın hakkını verebilmiş değilim” diyor yine çok sevdiğim bir üstat. Ne de haklı. Araf bitmiyor. İnsan öğrenemiyor, öğrendiğini uygulayamıyor. Uygulama yoksa zaten öğrenmiş sayılmıyor.

Evet, bugün benim doğum günüm. Tüm eksiklerimle kucaklaşma vakti. Gelecek kaygısı meğer iman zayıflığıymış attım gitti. Hz. Musa kavmi için Allah’tan yemek istediğinde onlara kudret helvası ile bıldırcın eti gönderilmişti. Her gün düzenli olarak verilen bu nimeti İsrailoğulları aç gözlülük ve ya yarın gelmezse endişesiyle saklamak istediler. Allah rızka kefildi ve yarınların kaygısı helaka sebep oldu. Ben dün Musa’nın kavminden herhangi bir kimse gibiydim, fark ettim… Belki dedim, bugün, o kavimden doğan iman etmiş çocuklardan biri olabilirim. Ümitliyim… Yarının kaygısıyla bugünü ziyan etmeyeceğim…

Keşke onu alsaydın, kaçtı, kaçırdım, gitmeseydim, almasaydım, yapmasaydım, orda olmasaydım-ların komikliğine bugün sadece gülüyorum. Hayatı ne kadar da kendi kontrolümüz altında sanıyoruz. Hayat kocaman bir kader kazanı ve içine atılacaklar, canına karışacaklar, iz bırakanlar, yok olanlar, alıp giyemediklerin, vermek isteyip veremediklerin, söylemek isteyip söyleyemediklerin, susmak isterken konuştukların, olmadık yerde tanışıp kaynaştıkların, veda ettiklerin, terk edenlerin, kaçan iş fırsatların, evleneceğin adam ya da kadın, sahip olduğun kedin… Sen seçtin öyle mi? Bugün hepsine gülüyorum. Evet, aslında sen seçtin ama senden önce kaderin sahibi seçeceğini bildi… O zaman aslında sen seçmiş sayılır mısın? Peki, bunun cevabı kontrol sendeyken bile aslında sende değil mi demektir?  Rahatla ve aslında her şeyin bir kader olduğuna ve aslında rızkın ve nasibin doğrultusunda yaşadığını bilmenin keyfiyle şükret…

Bugün geç kalınmış bir doğum günü kutluyorum. Değişimi değil gelişimi kucaklıyorum. Herkesi hoş kendini boş görme vakti. Hiçlik bizi yok edene dek, varlık manasız olana dek, hakikat bir olana dek, her şey gibi başlangıç noktasına ulaşana dek…

Muhabbeti bulana dek...
Sevgiye varıp onda kalana dek, devam...

-1 eylül 

~S'özde Yazar~