11.11.2015

BAZEN...


Şimdi nerededir nasıldır dediğim insanlar var hayatımda.  Yokluklarıyla bile varlıklarını koruyan insanlar onlar. Uzaklara gözüm dalmasa da, ara ara hatırladığım bazen de çokça merak ettiğim kişiler onlar.

 Hiçbir şey durmuyor beklemiyor öylece alelade… Elinle koymuş gibi bulmak dediğin şey sadece nesneler için geçerli maalesef. İnsanoğlu bir yanında hep özlemle yaşıyor. Anılar tekerrür etmiyor canımız çektiğinde…  Bazen seçimler yapıyoruz bırakmak zorunda kalıyoruz ötekilerin elini. Kucaklaşamıyor hatıralar bir türlü. Hepsi birbirine dair öylece ayrı ayrı anlam ve mana yüklenip duruyor. 

~ S'özde Yazar~

28.07.2015

SADECE SEVMEK

İnsan insana çok şey öğretir şu hayatta ama ya diğerleri? Bitkiler mesela ne ilginç varlıklar. İnsanoğlunun toprağa verdiği emek ne muazzam bir geçmişe sahip. Öleceğini bile bile yaşatmaya çalıştığımız bir yığın çiçek... Budayıp durduğumuz ve her seferinde daha iyi filizlendiğini görmekten hoşlandığımız bir yığın ağaç... Gölgesi ayrı huzur; meyvesi, çiçeği ayrı muhabbet...

Hayvanlar var bir de... Dünyanın rengi, neşesi, süsü, kıymeti... Hani bilsem ölmeyecek sımsıkı avuçlıcam bi kelebeği. Bilsem ki ısırmayacak sarıcam kollarımla tüm köpekleri. Kabloları kemirmeseler evde bir tavşan olsun isterim. Ah en çokta kaplumbağa severim. Ama benim en kıymetlim kediler. Evdeki bütün peynirleri kalıbıyla kedilere taşıdığımdan beri severim kedileri. En küçüklüğümden beri kediciyim. Kedinin insana verdiği huzur " ay onun tüyleriyle evde nasıl uğraşıyorsun" diyenin hiçbir zaman anlamayacağı bir şeydir.

Evinde el kadar kedi besleyen biri olarak öğrendim ki dili seninle aynı olmayan bir canlıyla kalpler bir olabiliyor... Evimde Allah'ın bana lütfettiği bir misafirle yaşıyorum. Daha koltuğa bile zıplayamazken evre evre gelişimini seyredip bunu da mı öğrendin hayreti yaşıyorum. Hayırdan anlayan ama işine gelmediği için beni duymazdan gelen el kadar velet gün geliyor kıçına sopayı hak edecek şeylerde yapıyor ama kıyamıyorsun. Kumunu örtecek diye ayağıyla tuvaletine basan ve  pis ayağı temizlemeyi unutan yavrumun banyo paspasını her fırsatta bana yıkatmak zorunda bırakmasını hala unutmuş değilim. Geldiği günden beri başucumda uyuyan ve beni sabah yalayarak uyandırmaya çalışan bir kedi bütün zahmetlere değer. İshal olup koca banyoyu boklu patisiyle dolanıp maksimum zarar da verse banyoda duştan çıkmanı beklerken ki masumiyeti ömre bedel. Sıcaktan ölüp bi cam bile açamıyorsak bu sadece sevgiden...

Boynunu sevesin diye türlü türlü şekle giren, konuştuğunda sanki anlıyormuş gibi cevap veren bir kedi, hastalandığında seninle uyumayan ve sen gözden kaybolduğunda peşine gelen tuhaf bir dost oluveriyor. Dişi kaşınınca koluna ısırıktan saat yaptığında alıp kenara koyursun ve onu anladığın için kızamıyorsun. Tırmıklar artık kanama raddesine geldiğinde ama o bir çocuk ve aslında tek derdi birazcık oyun deyip sabredebiliyorsun...

Onunla öğrendim ki şefkat sabrı kuvvetlendirir. Şefkat her şeyi ama her şeyi iyileştirir... Sevginin zuhur ettiği her yerde görüyorum ki huzurda var. Tüylerinden öpe öpe sevdiğim kedimden daha öğreneceğim çok şey var... 

Bu sefer insan sevenlere değil canlı sevenlere sevgilerimle...

~S'özde Yazar~


7.07.2015

Selam Olsun


Selam olsun görüp de okuyanlara; okuyup da iç çekenlere, sevenlere beni, bilmeden tanımadan etmeden, "ah ne iyi dedin" diyenlere. 

Yazmak sorumluluktur dedim hep çünkü sen yazarken biri bekler o yazıları ve bazılarını bilirsin epeyce yakından. Yazmayınca kurur mürekkepler, sayfaların kağıtlarından bir bir uçar  ve başlarsın eskimeye. Eskimeye, vaktinden evvel yüz tutmuş herkes gibi unutulursun. Bakanlar bir daha bakmaz, sevenler bir daha sever ama gelmez...

Aşkı anlattım yıllarca bu satırlarda. Cismin aşkından gönle, ruha ve ruhtan tüm hücrelere sinsi bir hastalık gibi nasıl yayıldığını anlattım. O hastalığı her şeye rağmen nasılda deli gibi sevdiğimizi, istediğimizi anlattım. O kadar çok anlattım ki bitti cismin aşkı. Özlem bitti. Özlemin ıssızlığı bitti, yalnızlığa olan cümlelerindeki serzeniş bitti. Yeni bir dönem başladı. Mevcut halin hastalığından kalbe başka duygular sıçradı ki zaten aşk beden çemberinden çoktan çıkmıştı.

Bencil sevgi yalnızlaştırmaktaydı bedeni. İtikafa çekilmiş bir ruhun itikatsiz kısmıydı.Sevmek paylaşmaktı olabildiğince. Sevmek içselleştirildiği kadar kutsaldı. Ruhun azabı değil dinginliğiydi. Daha az kızmaktı her şeye... İnsan ömrü her şeyi dosdoğru öğretti ki; sevmek ezberi zaman içinde yer değiştirdi, şekil değiştirdi ve zaman boyutundan çıkıverdi.

Şimdilerde dosdoğru, pasparlak bir güneşin altında yaşayıp hiç ter dökmediğini düşün. Düşün ki her hücrende güneşin doyurucu sıcaklığı dolaşıyor. Damarlarında bir cümbüş var. Ve sen dahil sana ait olan ve olmayan her şeyde bir memnuniyet ifadesi. Yanmadığın bir gökyüzünde güneşe doymak ve ısıttığın tüm bedeninle başkalarını kucaklamak... Belki gerçekten sevmiş olmanın sıcaklığı böyle bir şeydir...

~S'özde Yazar~

19.04.2015

EN ÇOK ONUN ELİ DEGİYOR

Kimsenin merhameti annenin öğrettiği kadar elzem olmuyor. Gün gelip annenden daha çok sevdiğini zannettiğin sevgili, en savunmasız duygularından tutup alaşağı ediyor. Koşulsuz sevgi yokmuş meğer. Sinirlenince ilk merhameti tutup ayırıyoruz bacaklarından. Sevmeyi sevmiyoruz. Hakkını vermek gerekiyor çünkü... Yüreğimizin darlığı, toyluğu, zora gelmeyi değil suyun yüzeyinde kalmayı tercih ediyor.

Bütün güzellikler derinliklerde kalır oysa. Daha vermeden hesabına düştüğümüz alacak davası yoruyor zihnimizi. Kocaman sevmelere yürek açtırmıyor. Eli değse ölüyorsun sevgiden ama... Acıtıyor....

Kimsenin göğsü babanın ki kadar güven, annenin ki kadar şefkat kokmuyor. Bir göğüste gerçekten kaybolamayınca insan, zamanla duyamayınca içinde heyecanla atan o kalbi... Anlıyorsun, tükeniyor o bir avuç kalmış sevgide... Bitiyorsun yavaş yavaş. Gücün, varlığın, sevgin, inancın, umudun, mutluluğun... Bitiyor...

En çok bitenlerin isi çıkmıyor üstünden. Söyleyecek cümlesi, edecek duası, kalacak yeri de kalmıyor bitenlerin. İşte belkide en çok anneni anlıyorsun büyüdükçe, anlamsızca... Sonra bir vakit geliyor anlamlı anlamsız ağlıyorsun... Annene ağlıyorsun, seni anlamayan sevgiliye, bir söze, bir şarkıya, bir beyaz sayfaya öylece yazmaya çalıştığın her cümleye ağlıyorsun.

Dalgalı bir sayfadan sana kalan bir bozuk yazı düşündürüyor seni...

Ya sonra diyorsun kendine...
Ya sonra...

~S'özde Yazar~


3.04.2015

MERHAMET

Uzun soluklu savaşların ardından geriye tek kalan şeydi merhamet… Ne öncesinde ne de savaş esnasında hissedilmeyen, öncelik verilmeyen bu duygu,  akabinde oluşan o koca enkazına bakıp merhametiyle baş başa kalır. Herkes kendi payına düşene ağlar. Kendi payına düşene yeteri kadar ağladıktan sonrada dönüp karşı tarafın enkazına ağlar.

Merhamet savaşın üvey çocuğudur. İlk olacak hiçbir şeyin başını hiçbir zaman çekemez. Kavganın, hırpalanmışlıkların, ötelemenin, hırsın savurduğu tüm duygulardan sonra peyda olur. Merhamet en olması gereken yerde hep unutulan olmuştur. Ertelenişi, zamanında baskın olamayışı hep ziyan doğurmuştur.

Oysa merhamet pamuk gibidir. Oysa merhamet sadece savunmasızı sevmek değildir. Ah merhamet en kirlide bile temizi, güzeli arattırandır… Candır. İnsanlığın özüdür. Ne kıymetlidir ne inanılmaz bir duygudur o.


Oysa merhamet beklide sevgiden sonra bize zuhur eden en insani haldir. Dilimizle zehirlemesek, ellerimizle yerlere sermesek, acıtmasak hiçbir şeyi, bu kadar uzaklaşır mıydı bizden… 

~S'özde Yazar~

21.03.2015

YASAKTI VARLIĞIN

Söylemedim. Ama söylemedim diye bu kadar anlamamak... Ne bileyim söylemesem de, konuşmasam da çok anlaşılır bir dil kullanmıştım ben. Özledim demiştim mesela gözlerimle. Sanki görmedin ne kadar ayaza terk edilmişti o deli gibi sen diyen kalbim, herşeyim. 

Sanki artık her şey yasak bana. Dokunmak yasak, sarılmak yasak, sevmek yasak. Sanki artık  depresyon artığı bir hayattı düşen payıma. Korkmadan sevdiğimi bile söyleyemedim. Çünkü seni sevmek artık bana yasaktı. Komşunun ağacına dalıp daha meyvesinin tadına bakamadan yakalanan mahcup çocuk halleri düşerse ya payıma (korktum)... 

Ben kimseyi kandırmamıştım oysa ki... 

Uzak durmaktan başka bir şey düşmedi benim payıma. Sevmek düşmedi. Anlaşılmak düşmedi. Sarmak sarmalanmak düşmedi payıma. Her yerinden vurulmuş, hırpalanmış bir ihtilal çocuğu gibiyim ben. Sanki yıkılmış bu şehir. Benliğim dahil her şey yakıp yok edilmiş. Bu dünyanın toprağı beni içine çekiyor. Susturup sevebileceğim cümlelerde bırakmadın ki bana. Katlayıp koynuma koyabileceğim bir kaç cümlelik mektup ya da. Halbuki nasıl bakardım ben ona. İçimi ısıtacak birkaç cümle yokluğunda ne iyi gelirdi.

Ben sana göre değilim... Benim gelişim senin ziyanın olur. Gelemem... Sevemem ve bunu yürek dolusu haykıramam yüreğine. Güzel nağmeler üfleyemem kalbine. Aşkın meltemi değil kasırgası, karartısı kalır diye diyemedim hiçbir şey...


~S'özde Yazar~

20.03.2015

SEVGİNİN YALIN HALİ

Sene bilmem kaç... Annem babamı çok seviyor. İçi titriyor gülüşüne, her bir nefesine. Uzun uzun bakıyor gözlerinin içine. Annemin gözlerinden babam görünüyor. Sözcüklerinden hep babam okunuyor. Kimse bilmiyor ama ben biliyorum annem babamı çok seviyor. Babam çok çalışıyor. Ne akşamı akşam ne de sabahı sabah... Çocukluğundan beri gelen bir kavgadır ekmek davası. Boyacı sandığından, marangoz çıraklığına varan hayatının tek ezberidir kazanmak. Kazanmak benim babamın en iyi bildiği iştir.

Ama sevmek... Sevmek körpecik bir duygu. hiç beslenememiş, görmemiş geçirmemiş. Sene bilmem kaç... Babam öyle alışmış ki sıfırdan inşa etmeye hayatını. Kolay olmamış da üstelik. Hayatın hep yokuşu, kışın soğuğu, yazın sıcağı düşmüş payına. Nasıl sevilir öğrenmeye fırsatı olmamış. Bunalmış... Ellerinde şahit olduğum sert nasırlar ve keskin bir vernik kokusu hatırlarım. Annem sadece anne babam sadece baba olmaya adamış kendini. Sevmenin tamda manasına varamamışken canı sıkkın bir gününe rast gelmiş annem babamın. Babam annemin yüreğine hoyratça dalmış. Hiçbir sevgi dolu birikim sağ çıkmamış kalbinden. Sözün sivrisi bileğin kuvvetinden daha keskin derler. Annemin içinde kocaman bir deniz. Babam oksijeni tükenmiş bir balık...

Sene bilmem kaç... Babam çaresiz, gece gece rengi zifiriye yüz tutmuş sokaklarda hızlı hızlı yürürken bulur kendini. Saatler sürer eve gelmesi. Evde rengi bozuk televizyon ve ince ince bir türk musikisi... Dalmamak ne mümkün alıp alıp götürür bizi başka hüzünlere. Kapı çalar. Elinde bir simitçi tablası ve üstünde hiç görmediğim kadar çok simit. İkimizde şaşkın. Babam özünü ve sözünü yine ekmekle anlatmıştı. Yine anladığı dilden konuşmuştu annemle. Babam anlamazdı çiçeklerin dilinden. Aklına başka bir şeyde gelmezdi işte. Ben sevinçten göklerde, annemin yüzünde hafif bir mutlu ifade.

Sonrasında bir çinko kazana istif oldu o simitler. Günlerce yendi. Kurudu, yine yendi. Bayatladı, yine yendi... Bitene kadar bıkmadan usanmadan yendi o simitler. Zevkle, hevesle, o susam kokusu içe çekile çekile...Samimiyetin en güzelini özrün en safını babamdan öğrendim ben. Kabul edişin en kıymetlisini en asaletlisini ise annemden...

Şimdi ne oldu? Nasıllar? Diye ola da sorma.. Ahh! "Eski sevgiler"de deme! Geçirme içinden, içlenme hiç...Herkesin saflığı kendi sevgisinde başka zuhur eder. Her sevgi başka dilde açar başkasının dalında. Kimisi hatıralarda kalır kimisi yaşadıkça yıllanır yıllandıkça tatlanır.

Ve arkadan gelen ince bir müzik bütün cümleleri tamamlarcasına anlatır... Aşk benim neyime

~Sözde Yazar~

1.03.2015

Oysa Özlemin Kokusu Vardı...

Sadece üzerini koklayacağın sevgilerin özleminden geçer bazen ömür. Eğer geri dönüşü olsaydı kokusunun tastamam geleceği, yeteceği vakitlere şahitlik ederdi kader. Sevmenin özü böyle bir şeydi. Böyle yaşanmalıydı, tabii hakkını vermek dedikleri bir şey vardıysa eğer. Avuçlarının terine rağmen ellerini ayırmamanın sevgiyle düpedüz ilişiği vardı.

Eğer bir geri dönüş olsaydı kokusu yeterdi sevgilinin. Çünkü koku, varlığında fark edilmeyen ama sonrasında en çok aranan şeydi. Tuhaf bir şeydi işte o. Henüz tanımı yapılamamış anlamsız bir bağımlılıktı. İnceden sızı yayan ve en uzun soluklu kalandı. Aslında kullanışsızdı… Başkasında bulunamazdı ve satın alınamazdı.

Ah! Kimsenin kokusu kimseye benzemiyor sevgili… Elinin teri kaynamıyor tenine sinsice… Bir kokuyu özlemek bir yüzü özlemekten daha fazlası ediyor… İçini dışına düğümlüyor… Seni hem terk ediyor hem de ilelebet burnuna, tenine, yüreğine öylece lehimliyor.

 Gerçek sevgi buram buram aşk kokuyor. Kötüsü olmuyor sevgilinin. Sonra bir gün ansızın bir özlemin farklı bir kokusu yayılıyor, burnun sızlıyor, canın tatlı /acı bir burukluk yaşıyor. Sonunda tebessüm mü ediyorsun yüreğin mi burkuluyor bilemem; bildiğim tek şey o kokular çok kıymetli ve geri dönüşü olmayan hatıraların en ifadesi zor  temsili…



~Sözde Yazar~


7.01.2015

YANLIŞ İLMEK

İlk örgüye başladığım zamanları hatırlıyorum ne çok yanlış yapardım ne çok geriye dönmek zorunda kalırdım. Sökmeye kıyamazdım onca emeği. İlmekleri canımdan söküyorlarmışcasına sıkılırdı içim. Annem sökerdi daha çok sonra en küçük hata için bile en başa dönmenin ne mühim bir sorumluluk olduğunu anlatırdı. O zaman anlamıştım düzgün işler eğri ellerden çıkmıyordu. Bazen en başa dönüp en kötü ilmeği en iyi şekilde tekrar atacak kadar sabırlı olmalıydı insan… Ve duyarlı olmalıydı ve sorumluluk sahibi ve elindekine kıymet vermeliydi…

Düzeltilmeyen her eğri zaman gelir doğruların içinde bir emanet hissiyle, sevimsizce bakar yüzüne. Bakmakla kalmaz konuşurda seninle… Benim burada ne işim var? Der. Üstünü örttüğün hiçbir eğri doğrulara gebe kalmıyor. Sonraları örgü hikayemden bir sürü yanlış ilmekli hikayeler çıktı.


Olmadı… Annemin dediği gibi hiç olmadı. Kimse yanlış ilmekleri için fedakârlık yapmadı, özürde dilemedi. Pişmanlıkta duymadı. Geriye dönmektense yanlışlarıyla yaşamayı yeğledi. Hiçbirini anlamadım, anlayamadım. Bıraktım… Rengini, bedenini, dokusunu beğendiğim halde bıraktım… Ben bırakmasaydım da yanlış ilmeklerle zaten çoktan bırakılmıştım. 

~Sözde Yazar~

Dinlenesi