26.06.2012

Çıkmaz Sokak


Bazen tek başına kaldığın, yabancı ama aynı zamanda olabildiğince aşina sokaklardan birinden geçersen, içinde bir çocukluk demleniverir.  Gözün sokaktaki çocukların heyecanına karışır, yerde gezinen o renkli topa heves edersin. Yerde alçı kırıntısından bozma tebeşir çizikleri… En işe yarar “lap” taşı nerede diye bakınırken bulursun kendini, sanki bulsan oynayacakmışsın gibi, sanki oynasan herkesi yenebilecekmişsin gibi… Sekize kadar o oyunun serüveni sonra birde tersinden oynadı mı kimseyi tutamazsın bir arada, herkes sıkılıverir…

Çocuksuz sokakların ıssızlığından da geçiyor olabilirsin elbet. Çöp konteynırları zincirli, etrafında “sezen apartmana aittir çöpünü atma!” uyarıları… Dutlar dökülmüş kaldırımlara, ağır tatlı kokusu basmış ortalığı. Bir rüzgâr var savunmasız duygularına sinsi sinsi üfüren… Etrafında senden daha hızlı ilerleyen toz, kum taneleri… Gözlerine doluşmuş rotası bozuk çerçöpler… Ve o hüznün sokağında yanından geçen bir kuru yaprak, bir anlamsız poşet…

Takıldı değil mi seninde gözüne… Arabanın altında bîperva gölgelenen köpekler. Yol çalışmaları yüzünden suratını buruşturmuş asfaltlar… Duvarda kocaman “Seni seviyorum Hatice” cesareti… İnsan nasıl olurda en anlam yüklü hatıralarının sokağında kendine ait bir tane bile bir şey bulamaz… Bir boyası atmış, pası çil yapmış içeri girecek kendine ait kapı bulamaz…

Niye mi anlattım bu sokağı sana.
Bil istedim sadece. Sadece bil istedim…

Amak-ı Hayal