1.09.2017

BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM


Başladığım noktaya geri dönüyorum. Ne kadar yol kat ettiğimi bilmeden, umursamadan... Nereye gitmesi gerektiğini bilen ama nasıl gideceğini bilmediği için, içindeki yangınla oraya buraya savrulan...

Bir cami avlusunda bir ezan sesi, ses demeye utanıyorum... Öyle güzel öyle içten öyle çaresiz öyle yalvaran öyle dertli ses olur mu? Sevgim taşıyor avlular sırılsıkhlam... Aklım ayakkabılarımda değil bu sefer, ne ayakkabım ne çantam ne de başka birşey... Tanıdık bir yüz arıyorum bir ikindi vakti bir cemaatin ikinci sırasında... Yanımda bir teyze bilmem kaçıncı rekatını kaçıncı kazasını kılıyor... Yüzüne bakmaya fırsat yok... Acaba O, yolu biliyor mudur? Derken bir tebessüm, bakışıyoruz... Bir bakışın muhabbetine bir çift karşılıklı tebessüm salıveriyoruz biz namaza devam ediyoruz bir çift tebessüm sarılıyor mütemadiyen özlemle...

Son rekatta bir çift selam teyzede bir telaşe tut bunlardan birini deyip iki parmağını bana uzatıveriyor. Şehadet parmağını tutuyorum... Bir şey arz ettim cevabına atfendi deyip tebessüm ediyor... Soruyu bilmiyorum... Cevapları hiç bilmiyorum... Teyze bana tebessümden ve bir çift evet O! Hissiyatından başka birşey vermiyor... Kalbimin boşluklarına tebessümler dolduruyorum. Ondan ve O'na salavatı şerife getirenlere rastlayıveriyorum... Bir tesbihin boncukları bir hatmenin taşları gibiler... Her yerdeler ama ben tesbihdeki imame, hatmedeki o kimsenin göremediği, görüp de söylemediği elden ele dolaşan, kiminin elini, kiminin kalbini yakan o şeyi arıyordum... Bulamadım... Bulamıyorum...

Buğün benim doğum günüm... Kalbimde yangınlar... Etrafta bir sürü güzel insan, etrafımda sürekli yepyeni küçücük hayvanlar var... İyilerin gözündeki ışıltı, hayvanların o bakışları ve benim kalbimin bitmeyen yangısı... Hayat böyle işte...

Bakıp da göremediğim şeylerin ziyanı, zaman kaybı ne olacak derken yolu başa sarıyorum... Dertsiz olmaktan korkuyorum... Derdimin dert olması onunda beni derdime götürmesi gerekiyor... Nasıl, niye diye sorma onu da bilmiyorum...

Bir sonbaharın başındayız. Ağacın yaprak döktüğü, karıncanın hazırlıklarını bitirmek üzere olduğu, çırılçıplak bir ay... Mahsun bir ay... Çiçeksiz, renksiz, solgun bir ay... Seviyorum... Soğukluğundan tutup öyle seviyorum... Hüznünü bağrıma basa basa seviyorum. Renksiz de olsan seviyorum. Kaskatı yapraklarını tüm mevsim boyunca hoyratça savuruşunu dahi seviyorum. Denize düşen ayazını, içime üflediğin soğuğu dahi seviyorum... Seviyorum çünkü bana umut veriyorsun. Tüm hüzünlerin, tüm kara kışların ardından herşeyin tekrar ayağa kalkacak gücü olduğunu görüp halinizle hem hal oluyorum... Ümitliyim demeye cesaret ediyorum...

Bir kitap alıyorum elime diyor ki Üstad;
" Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum.
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.
Diyorlar bana, kalsın şiirde sözde yerde,
Sen araştır, göklere çıkan merdiven nerede...
Anladım işi; San'at Allah'ı aramakmış.
Marifet bu gerisi yalnız çelik çomakmış..."

Otuz yaşımdan tüm güzel dostlarıma selam ve bir dertleşme olsun bu yazı... Bayramla da perçinlemiş olalım...

Sevgi ve muhabbetle...

~S'özde Yazar~