13.05.2023

Gazete Yazıları 4 (Giderken)

Sen orucu tutarsan oruç da seni tutar diyerek büyütülen çocuklarız. Bu, ramazanla aramızda karşılıklı bir dayanışma ile gerçekleştiğini varsaydığımız, sonralarda ise aslında gücünü kendimizden almadığımızı anladığımızda kolaylaştığını gördüğümüz bir ibadet. Tutamıyorumun tutanı, dayanamıyorumun dayananı ilan etmedikçe kendimizi, kolayca yapılacak bir ibadetken, gücü verenin gücüyle yaptıklarımızı unutup, kendimize biçtiğimiz payın içinde bir kısır döngüye giriyoruz. Sonra bir bakıyoruz biz onu tutmuyoruz o da bizi tutmuyor geldiğimiz nokta bundan ibaret. 

'Ben yapıyorumla' zorlaşan, tam bir güvenle 'Sen yardım ediyorsuna' dönüştüğünde, zorlaşan hiçbir ibadet yok aslında. Belki bu yüzden sırf bu detayı kaçırdığımızdan Allah'ın bildiğini kuldan esirgemeyen insan sayısında bir çoğalma var. Çok uzak değil bundan on sene evvel geçtiğim yollarda pek çok alkollü mekanın" Ramazan dolayısıyla kapalıyız" yazısıyla karşılaşırdım. Tadilatlarını, mekan içi değişikliklerini hep bu ayda hallederdi böyle işletmeler.Bu karşılıklı olurdu, mekân Ramazan'a hürmet eder, müşteri Ramazanda alkolden geridurur ortaya böyle zarif kapalıyız yazıları çıkardı. 

Bir suyu sağa sola bakmadan destursuz içen pek azdı, yanındaki oruçken öğlen yiyeceği yemeği konuşmaktan dahi haya ederdi insanlar. Ne yiyene ne içene ne de bu hal üzere yaptığını saklamayana sözüm yok aslında. Benim içerlediğim ve toplum olarakta birbirimizi anlamadığımızı düşündüğüm kırgın yanımız şu; hiç iftar sofrası şenliği görmemiş, hiç sıcak pidenin heyecanı ile sofraya oturmamış, annemize hiç," nolur sahura kaldır bak yarın ben de sizinle oruç tutacağım" dememiş, hiç tekne oruçlarında zorlansak bile tuttuğumuzu kâr sayıp gururlanmamış gibiyiz. Sanki biz hiç salata kokusu daha mutfaktayken yayılan o tatlı günlerin, koca ramazan da üç beş gün oruç tutup bayram sevincini en çok hak ettiğimizi düşündüğümüz zamanların çocukları değilmişiz gibi... Televizyonda her gün iftara yakın Esma-ül Hüsna'nın ritmine kapılmamış, bir büyüğün dizi dibinde ramazan sohbetleri dinlememişiz gibi, sen oruçsun de bakalım canın ne çekiyor iftara yapayım diye sorulup gönlümüz türlü türlü ilgi alakayla okşanmamış gibi, gece yarısı annenin' haydi sahura' sesiyle en sevdiğin, mis gibi kokan hamur işlerine gözünü açıp mutlu olmamışsın gibi.... Bizi cımbızla almış ömrün ortasına, hatırasız, duygusuz, ibadetsiz koymuşlar gibi. Herkeste bir hafıza kaybı, bir şuursuz sebebiyetsiz yeme içme serbestliği... Orucu tutanın oruçsuza hoşgörüsüzlüğü değil elbet bu, zira tuttuğumuzu da tutmayana vermek an meselesi. Ben sadece hatırlansın istiyorum. Ne değişti de, değiştik...

Entropi yasası diyor ki; bir şey kendi haline bırakılırsa, sürekli bozulmaya, dağılmaya ve negatife doğru gider. Bunu al bütün hayata çarşaf çarşaf yay ver gör, görelim biz aslında neyi bozmazken bozuyoruz da haberimiz yok. Bir ibadet üstüne az da olsa eklenmeden devamlılık göstermiyorsa şüphe yok ki zamanla azalarak çekip gidiyor hayatımızdan. Bir iyi huy üstüne başka güzel huy eklenerek güzelleşmiyorsa demek ki zamanla ahlâktan edepten ve bilumum iyi hasletten küçük küçük koparmaya başlıyoruz. Ramazan'ın sonundaki bayrama sevinmek biraz da hüzünlendirmiyorsa o ramazan seni kendiyle meşgul etmemiş, seninle hiç muhabbet etmemiş demektir. Tutabilecekken tutmamanın da en az entropi yasası kadar şaşmaz bir kuralı vardır ve denir ki bir insan bir ibadeti yapabilecek kapasitedeyken şayet onu yapmaz ise, akabinde bir gün gelir o ibadeti yapmak isterse o zamanda Allah ona onu nasip etmez. Sağlıklıyken sığındığımız bahaneler bir gün gerçek bahanemiz haline geldiğinde o gün istesek de bu kadar yapabilir olamayacağız. Yoksa arzu ettiği halde tutamayanların gönül muhabbeti zaten hep oruç, onlar tutmazkende tutanlar safında...
 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder